Üniversitede şiddet!

Üniversitede vahim bir olay yaşanıyor: Bir öğrenci, hem de hukuk öğrencisi, gözünü kırpmadan bir akademisyeni öldürüyor. 

Üniversitelerde böyle bir olay yaşanması şaşkınlık yaratıyor. Oysa televizyon dizileri şiddet öğeleri içeriyor. Yayın organları, iktidara muhalif olanlar bile, konu Afrin-Membiç olunca aslan kesilip savaş çığırtkanlığına başlıyor. Cinsel suçlar, kadın cinayetleri, iş kazaları, trafik dehşeti, erken yaşta çocuk evlilikleri, çocuk yaşta hamilelik ve şiddet haberleri, gazete ve televizyonlarda başköşeyi alıyor. “Bitti” denen terör can almaya devam ediyor.  

Kimileri, bu vahim olay üzerine, üniversitelerin sessiz kalmasına şaşırıyor. Kimileri de, bu şaşıranlara şaşırıyor. Üniversitenin sessizliğine şaşıranlar, üniversite diye bir kurumun kalmadığını, bir kişinin kendi eğilimine göre atadığı ve temel işlevi kendisini atayanı memnun etmek olan rektörlerle, kurumların üniversite olamayacağını yadsıyor. Üniversitenin, çoktandır, toplumsal değeri olan konularda değil de, ancak iktidarın istediği konularda ses çıkardığını unutmuş görünüyor. 

Nasıl bir topluma dönüşmekte olduğumuz da yadsınıyor. Yargı, genelde iktidarın isteği doğrultuda karar veriyor. İktidarın hoşuna gitmeyen yargı kararlarını, ne hükümet ne de bakanlık kale alıyor. Hukuk, adilliğini yitirmiş bulunuyor; haklı olan hakkını alamıyor. Atatürk’e, İnönü’ye, muhalefete, heykellere saldıranlar, iktidar mensubuysa olağan karşılanıyor; sıradan bir yurttaşsa ya “meczup” denerek ya da “demokratik hakkını kullanıyor” diyerek dokunulmuyor. İktidara ya da yandaşlarına yan bakan hakkında ise, anında dava açılıyor. 

Değişik kademelerde bulunan iktidar yetkilileri, her fırsatta, tehdit, şiddet ve hakaret içeren ve de kendileri gibi olmayanları ötekileştirici nitelikte olan söylemlerde ve eylemlerde bulunuyor. 

İktidar mensubu olmayanlar arasından da ötekileştirici ve başkalarına terör estiren söylemler ve eylemlerde artış görülüyor. Örneğin bir gün bir eğitim müfettişi, “Demokrasi, Allah’a ‘Biz senden daha iyi bir kanun yaparız’ demenin Yunancası; Laiklik, Allah’a ‘Sen bizim işimize karışma’ demenin Fransızca’sıdır” diyor. Ertesi gün Diyanet, “Kuran’la birlikte olmayan çocuklar şeytanla veya şeytani insanlarla birlikte olur” diyor. 

Seçimler öncesinde artan sosyal yardımlar da, hemen her gün yaşanan hukuk dışı uygulamalar da ötekileştirmeyi derinleştiriyor. İnsanlar sık sık, çalışmadan maaş alanlarla, kolay kazananlarla, yetkin olmadığı görevlere atananlarla, doğal yapıyı talan eden uygulamalarla ilgili haberler duyuyor. Kimilerinin ise işi gücü kadınları ötekileştirmek: Hemen her gün birileri çıkıp, kadının kocasına itaat etmesi gerektiği ve kadının dövülebileceği üzerine fetva veriyor. İnsanların ötekileştirilmeleri hız kazanıyor.

Polis güvenliği sağlama işlevinden çoktan uzaklaşmış bulunuyor. Polisin, Cumartesi Anneleri eylemlerinde de görüldüğü gibi, kız, kadın, anne olduklarına aldırmadan farklı olanları/ötekileştirilenleri cezalandırma gücüne dönüştüğü görülüyor. 

Eğitim-öğretim süreçlerinde, çocuklara barış, hoşgörü ve farklılıklara saygı gibi değerler kazandırmak yerine, “Dinimizin en büyük din, kitabımızın en büyük kitap ve peygamberimizin en büyük peygamber olduğu” aşılanıyor, gerektiğinde kadının dövülebileceği öğretiliyor. Ders kitapları, cinsiyetçi bir anlayışla ve içerikte yazılıyor; toplumsal cinsiyet eşitliği değil, eşitsizliği öne çıkarıyor. 

Eğitim-öğretim süreçleri, insan emeğinin- aklının-duygularının sömürülmesi, söylem, eylem ve uygulamalarla artan ötekileştirmeler ve de adaletin olmaması toplumu, öfkenin anında şiddet dönüştüğü bir toplum haline getirmiş bulunuyor. Yaşamın her anında, okulda, otobüste, trafikte, … insana değer verilmediğinin ve  saygı duyulmadığının örnekleri yaşanıyor. Kamusal araçlarda, şoför yolcuyu dövüyor, yolcu şoförü dövüyor. Sıra hayvanlara karşı şiddet uygulamaya gelmiş bulunuyor. Silah alımı ve kullanımı teşvik ediliyor. Güvenliği sağlamaktan sorumlu olan iç işleri bakanı, hemen her sözüyle, duruşuyla bile, topluma korku salıyor.

Toplumun içinde bulunduğu bu koşullarda, olaylara bilimsel ve gerçekçi bir çerçeveden bakması beklenen YÖK, üniversitedeki cinayet üzerine içişleri bakanına sarılıyor, ondan medet umuyor: Onunla ortak olarak, ülkede huzur ve güveni sağlamak için değil, “Üniversitelerde Huzur ve Güveni Artırma Komisyonu” kuruyor! Ötekileştirilenler ve ötekileştirdiklerini cezalandıranlar aracılığıyla üniversitede disiplinin sağlanacağı sanılıyor!

YÖK’ün aklına, eğitimcileri, psikologları, sosyal bilimcileri, … toplayıp toplumda yaygın olan huzursuzluk ve güvensizlik ortamını, eğitim-öğretim süreçlerinde, söylem-eylem ve uygulamalarda,  hukukta, … var olan yanlışlıkları düzelterek asgari düzeye indirme arayışına girmek gelmiyor. 

Bu YÖK’ün neden her olayda, ne denli gereksiz bir kurum olduğunu gösterme çabasına girdiğini anlamak mümkün olmuyor. 

[email protected]