“Üniversite”nin “üniversite”yi bitirişi (I)!

Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, l6 Ocak 2011 tarihinde Demokrat Kocaeli Gazetesi’ne verdiği bir demeçte, yaptığı bilimsel bir araştırma sonucuna göre, Dilovası bölgesinde yaşayan çocukların kakalarında ve annelerin sütlerinde ağır metaller bulunduğunu, bunun da ileride kanser ve benzeri ciddi sağlık sorunları yaratacağını açıklıyor.

Bu açıklamanın arkasından yer yerinden oynuyor. Dilovas’ında bu tür sağlık sorunlarını yaratanlar, “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” deyişine benzer bir biçimde, sağa sola şikayetler yağdırıyor. Suç duyurusu üzerine savcılık görevsizlik kararı veriyor serde “yavuzluk” olunca, akademisyenin çalıştığı üniversitenin rektörü, 12 Nisan 2011 günü ceza soruşturması açıyor. Sağlık Bakanlığı, halkın sağlığını koruyacak önlemler alacağına, iş dünyasını korumayı yeğleyip akademisyeni YÖK’e şikayet edince, rektör, 25 Nisan 2011 tarihinde, bir de disiplin soruşturması başlatıyor!
Bilindiği gibi, araştırma yapmak ve bu araştırma sonuçlarını paylaşmak, akademisyenlerin en önemli işlevlerinin başında geliyor. Araştırma sonuçları, genelde yazılı ve sözlü olarak paylaşılıyor. Sonuçlar, bültenlerde, gazete ve dergilerde, inceleme/araştırma/sempozyum … kitapları ile ders kitaplarında yayımlanıyor sözlü olarak ilimsel toplantılarda, radyo-televizyon konuşmalarında, röportajlarda ve demeçlerde açıklanıp toplumla paylaşılıyor.

Hal böyle olunca, “üniversite” ile ilgili kesimler, soruşturma açılmasına çok şaşırmıştı. Yine de, “Herhalde üniversitenin üstüne çok gidiliyor, onlar da hiçbir şey yapmamış olmamak, tepkilere bir son vermek ve ‘Soruşturduk, uygunsuz bir durum yok’ demek için bu işe kalkıştılar” avuntusuna sarıldılar!

Üniversiteliler, bu soruşturmadan bir şey çıkmayacağını beklerken, geçen haftalarda, rektörlüğün O. Hamzaoğlu'na “uyarı” cezası verdiği haberi ile şaşkına döndüler. Meğer rektör, belki de bu konuyu istediği gibi soruşturacak bir başka akademisyen bulamadığından soruşturma görevini bir rektör yardımcısına verirken üniversitenin etik kuruluna da şikayette bulunmuş.

Etik kurulu, bu şikayeti, üniversitenin Etik Kurul Yönergesi ve Akademik ilkeler Etik Kitapçığı kapsamında değerlendirdiğini belirterek, araştırmada yeterli bilimsel bulgular elde edilmiş olsa da, "… henüz tamamlanmamış çalışmanın/araştırmanın kısmi bulgularına dayanan bilgileri medya aracılığıyla toplumla paylaşmasının konunun yerel ve küresel duyarlılık gerektiren bir konu olması nedeniyle bilimsel bir dergide yayınlanmadan önce kamuoyuna açıkladığı" gerekçesiyle akademisyenin etik açıdan yeterli özeni göstermediğine, hem de oybirliği ile karar veriyor!

Etik kurulu, kararını, maddi bir temele dayandırmıyor, ilgili yönergenin ve kitapçığın şu şu maddelerine göre vermiyor, muğlak bir ifadeyle açıklıyor. Ayrıca, bilginin “medya aracılığıyla paylaşılması” etik değilmiş izlenimini veriyor.

Meraklı olanlar hemen o üniversitenin Etik Kurul Yönergesi ile Akademik Etik İlkeler Kitapçığı’na bakıyor. İki kaynakta da, etik kurulunun böylesi bir karara varmasını sağlayacak ya da kolaylaştıracak bir ifade bulunmuyor.

Tam tersine örneğin, Yönergenin Üniversitenin Temel Etik İlke ve Değerleri başlıklı paragrafı, şu cümlelerle başlıyor: “Üniversite, üniversite yaşamının ve akademik faaliyetin evrensel etik ilkelerini benimser. Dürüstlük, insan onuruna, emeğine ve özerkliğine saygı, adalet, akademik özgürlük, sorumluluk, güven, güvenilirlik, doğruluk, nesnellik, açıklık, özeleştiri, koruma, çevreye, doğaya ve canlı haklarına duyarlılık bu ilkelerin temelini oluşturur” (m.6). Bu üniversitenin “Akademik Etik İlkeler Kitapçığı”nın Araştırma Etiği: Temel İlkeler başlığı altında yer alan “Toplum ve insanlık karşısında sorumluluk ilkesi”nde ise şu ifade yer alıyor: “Bilimsel ve sanatsal çalışmalar, düşünsel mülkiyet ve kullanım hakları saklı kalmak koşuluyla, insanlığın ortak malıdır. Bu nedenle, araştırma ve sanatsal çalışmaların içeriğinin toplum, insanlık ve çevre yararını ilgilendiren hiçbir bölümü gizlenemez, değiştirilemez, çarpıtılamaz ve yasaklanamaz” (m. I.f).

O üniversitenin Etik Kurul’u, etik davransa, “toplum, insanlık ve çevre yararını ilgilendiren bilgiyi gizlemediği, değiştiremediği ve çarpıtmadığı,” etik ilkelere tam anlamıyla uyduğu ve toplum sağlığını merkeze aldığı için o akademisyene teşekkür etmesi gerekiyor.

Etik kurulu bu etik olmayan tutumu benimseyince, soruşturmacı “Kınama” cezası verilmesini isteyen bir rapor yazıyor. Böylesine disiplin soruşturmalarında, disiplin soruşturmasını yürüten kişi ya da kişilerin raporu, genellikle ilgili Disiplin Kurulu’nda, ki bu durumda üniversite yönetim kurulu oluyor, karara bağlanıyor. Üniversite rektörü, konuyu yönetim kuruluna bile götürmeden, bir başka etik ihlaliyle soruşturmayı “uyarı” cezası ile sonuçlandırıyor!

Etik kurulu ve rektörlük kanalıyla, toplum sağlığına özen gösteren akademisyen cezalandırılırken yöreyi zehirleyenlere prim verilmiş, halkın sağlık hakkı değil de işverenlerin sömürü hakkı korunmuş oluyor.
Bu karar, akademisyenlere verilen bir mesaj oluyor “Toplum sağlığıyla, toplumsal sorunlarla ilgilenmeyin toplum yararına, suya sabuna dokunacak konularda açıklama yapmayın sermayenin projeleri neyinize yetmiyor” anlamına geliyor. “Sermaye üniversitelere hakim oldu” anlamına da!

Bu süreç ve bir temeli olmadan verilen disiplin cezası, etik değerlerin yerlerde süründüğünü ve piyasaya boyun eğen üniversitenin bitişini gösteriyor akademisyenlerin “üniversite”ye sahip çıkmadığını/çıkamadığını da!
[email protected]