Türk-Alman Üniversitesi ne yapacak?

Türkiye’de akıl almaz şeyler oluyor!

Tarımsal üretim azalıyor buğday, nohut ve mercimek gibi ürünlerin dış alımı artıyor. Hayvancılık öldürülüyor dışarıdan canlı hayvan ithal ediliyor. Başka ülkelerde yasaklanan siyanürle maden aranmasına, Kaz Dağlarında, Çaldağı’nda ve başka yerlerde, yandaşların üç kuruş kazanması uğruna, ormanların, tarım alanlarının doğanın yok olacağına, toprağın ve suyun zehirleneceğine, o yörelerde tüm canlı yaşamın yok olacağına aldırmadan, izin veriliyor. Fay hatlarında yerleşim yerleri ve barajlar kuruluyor. Tarihsel kalıntıların olduğu yörelerde de baraj yapmaktan kaçınılmıyor. Bir gecede Anayasa’da değişiklikler yapılıyor. Yalan-yanlış propagandalarla bu değişiklikler halkoylamasında kabul edilir edilmez HSYK’daki kadrolaşma tamamlanıyor. Yargıda, Deniz Feneri davası ile Ergenekon davasında farklı teraziler kullanılıyor. Siyaset yargıyı da kontrol edecek hale geliyor. Hükümet, yandaşlarını sanık/suçlu durumdan kurtaracak yasa değişikliklerini gündeme getiriyor. KİT’ler yok edilirken, insanın emeği de, inançları da, duyguları da sömürülüyor. 25 yıl önce milli gelirin yüzde 6,3’ünü üreten KİT’ler bugün yüzde 2’sini bile üretemiyor (Cumhuriyet Gazetesi, 24 Temmuz 2010: 12). Açlık ve yoksulluk sınırı ile pahalılık yükselirken işsiz sayısı artıyor, emekçinin ve emeklinin geliri azalıyor. İlk yüzde 20’lik gelir grubunda olanlar neredeyse toplam gelirin yarısını alıyor. Hükümet vergilerini zamanında ödeyenleri enayi yerine koyup ödemeyenlere af getiriyor.

Bu ortamda üniversiteler ne yapıyor? Genellikle olup bitenlere sessiz kalarak olumsuzlukları desteklemiş oluyor. Bazı üniversitelerden “Siyanürlü altın çıkarmak doğa ve insan sağlığına zararlı değildir” ya da bir kültürel miras olan “Allioanio’nun sular altında kalmasının sakıncası yok” diyenler çıkıyor.

Milli eğitimde akıl almaz şeyler oluyor!

Parasalcı küresel güçlerin istediği ve girişimci öğrenci yetiştirmeye yönelik ilköğretim programı uygulanıyor. Eğitim sistemindeki değişimler, yabancı uzmanlarla kotarılıyor. Okullarda, daha çok katkı payı verenlerin çocukları için ayrı sınıfların açılması gündeme geliyor. Binlerce işsiz öğretmen varken öğretmen açığı devam ediyor. Bakanlık giderek kadrolu değil de ücretli ve sözleşmeli öğretmen çalıştırmayı yeğliyor. Okullarda, kutlu doğum haftası kutlamaları ile türbanlı öğretmen ve öğrenci sayıları artıyor. Ortaöğretime geçiş sınavlarıyla oynanıyor, sınavlarla her oynama dershanelerin ve özel okulların işine yarıyor, yoksul ve dar gelirliyi eğitimden uzaklaştıracak işlev görüyor. Lise mezunları arasında bilimsel dünya görüşü, eleştirel düşünme ve okuma alışkanlığı kazanmamışlarla evrim kuramına düşman olanların sayısı artıyor. Kızlarla erkeklerin ayrı okullarda okutulması, kızların küçük yaşta türbana girmesi ve Allah korkusunun okulöncesinden çocuklara aşılanması gibi çağdışı görüş sahiplerinin üye olduğu eğitim sendikası her gün sayısal olarak büyüyor. 18. Milli Eğitim Şurası eğitimin laikliğini, bilimselliğini, demokratikliğini hepten yok edecek kararları, neredeyse yalnız AKP’lilerden oluşan üyelerin oylarıyla, ileri demokrasi tekniğiyle alıyor.

Bu durumda üniversiteler ve eğitim fakülteleri ne yapıyor? Genellikle olup bitenlere sessiz kalarak olumsuzlukları desteklemiş oluyor. Bazı üniversitelerden bu olumsuzluklar açıkça destek verenler ve Şura’da bu tür kararları alan komisyonlara başkanlık edenler de çıkıyor.

YÖK’te akıl almaz şeyler oluyor!

Cumhurbaşkanı YÖK üyelerini türbana imza verenlerden ya da birebir AKP yandaşı olanlardan seçiyor. YÖK, türbancı ya da AKP yandaşı olanlardan dekan atamaya çalışıyor. Rektör atanmak üzere Cumhurbaşkanına sunacağı adayları sıralarken onların seçimlerde kaç oy aldığına değil dekanlarda aradığı özelliklerin var olup olmadığına bakıyor. Meslek liselerine öğretmen yetiştiren fakülteleri kapatıyor, hemen her gün yeni bir vakıf üniversitesi açılmasına izin veriyor. Eğitim fakültesi açılmasını kamu üniversitelerinde dondururken cemaatçi vakıf üniversitelerinde destekliyor. Yüz binlerce eğitim fakültesi mezunu öğretmenlik peşinde koşarken, diğer fakültelerin öğrencilerine öğretmenlik sertifikası programı açılmasına izin veriyor. Üniversiteye geçişi belirleyen tek sınav iki haftada ve altı oturumda yapılacak sınava dönüştürülüyor bu sınav uygulanır uygulanmaz yeni bir sınav sisteminin getirileceğinden söz ediliyor. Üniversitelerin piyasalaşması mekanizması gibi çalışan Bolonya süreci, her fırsatta üniversitelere dayatılıyor. Akademisyenler için performans değerlendirmesi getirip esnek istihdama geçmenin ve de kamu üniversitelerini sermayedarlardan oluşacak mütevelli heyetlerine teslim edip bu heyete rektör seçtirmenin planlarını yapıyor.

Bu YÖK’e karşı üniversiteler ne yapıyor? Genellikle olup bitenlere sessiz kalarak olumsuzlukları desteklemiş oluyor. Bazı üniversitelerde YÖK’ten fazla YÖK’çü olanlar da, üç beş oyla rektör ya da dekan olup afra-tafrasından yanından geçilmeyenler de çıkıyor.

Üniversitelerde akıl almaz şeyler oluyor!

Üniversite bir gün, 12 Eylül darbesinin başı olan K. Evren’e fahri hukuk(!) doktorası veriyor. Bir başka gün, aklına estikçe “Ulemaya soralım” diyen, kadınların türbanlaşması ve en azından üç çocuk sahibi olup eve kapanması için canla başla çalışan ve de laiklik karşıtı eylemlerin odağı olan AKP’nin başkanı Başkanı R. T. Erdoğan’a fahri doktora verebiliyor. Rektörler, mezuniyet töreni, okulun açılış günü ya da bir merkezin açılışı gibi çeşitli bahanelerle cumhurbaşkanını ya da başbakanı üniversitelerine davet ediyorlar. Bu davetliler, üniversiteye gelir gibi değil de başka bir yere gelir gibi, koruma ordusuyla, polisiyle, çevik kuvvetiyle ve sivil polisiyle geliyor. Birileri üniversitede/üniversiteli olduğunu unutup (!) bir şeyleri protesto etmeye ve pankart asmaya kalksın, hemen ileri demokrasi işliyor: Öğrenciler coplanıyor, öğretim üyeleri itilip kakılıyor, öğrenci ve öğretim elemanlarına biber gazı bile sıkılıyor.

Bu tür gelişmeler karşısında üniversiteliler ne yapıyor? Büyük çoğunluk olup bitenlere sessiz kalarak olumsuzlukları desteklemiş oluyor. Davetli konuşmacılar rahatça, “Üniversiteler inançların özgürce yaşanacağı yerler olmalıdır” diyebiliyor da, hiçbir yetkili, “Hayır, üniversiteler inançlardan bağımsız ve inançların özgürce tartışılabileceği yerlerdir” demiyor. Hatta bazı akademisyenler, davetlinin bu tür sözlerini çılgınca alkışlayabiliyor. Öğrencisi coplanan ve/ya da mensupları biber gazı yiyen üniversite rektörleri, “Ben olayları önlemek için elimden geleni yaptım” rahatlığına kapılıp istifa etmeyi aklından bile geçirmiyor. Öğretim elemanları da bu yönde bir girişimde bulunmuyor. Hatta rektör istifa edecek olsa, “Aman sakın ha, sen ayrılırsan kim gelir” diyenler çıkıyor!

Peki! Türk-Alman üniversitesi ne yapacak? Farklı mı olacak?

[email protected]