TÜBA’nın sayın üyeleri

Bilindiği gibi, 1993’te TÜBA’yı oluşturan 497 sayılı KHK’nin çıktığı dönemi anımsarsınız. 1960’larda kızları imam hatip okullarına alan, 1970’lerde 1-2 yılda 300’ün üzerinde imam hatip açan, 1980’lerde de “Öğretim Birliği Yasası mı? Şeriat mı? Tabii ki Şeriat” diyen Süleyman Demirel üç ay kadar önce Cumhurbaşkanı olmuştu. Bu hükümetin DYP kanadında, bu ikilem karşısında, “Tabii ki Şeriat” diyen milletvekilleri çoğunluktaydı. Demirel’den koalisyon hükümetinin başbakanlığını alan Çiller, çağdaş görünümü altında konuşmalarında din ve cami konularını işlemeye başlamıştı. O yıllarda okullarda, evrim karşıtlığı ve yaradılış düşüncesi işleniyor, eğitim ve kültür yaşamı Türk-İslam sentezine göre biçimleniyor, cemaatleşme ve dini baskılar yaygınlaşıyordu.

Erdal İnönü’nün gayretiyle kurulan TÜBA’nın kuruluş nedenlerinden biri herhalde ülkemizdeki bilim karşıtlığının yükseliş ivmesini tersine çevirmekti. Anlaşılan TÜBA da etkili olmadı ve bugün 651 sayılı KHK ile TÜBA’nın ve bilimin İslamileştirilmesi aşamasında gelindi.

1993’ten bu yana TÜBA’nın neler yaptığı, konferanslar düzenlediği, raporlar ve kitaplar yayımladığı, bilimsel konuları tartıştığı ve bilimsel anlayışın benimsenip yaygınlaşmasına çalıştığı biliniyor. Ancak, siyasal erkin bilim karşıtlığını pekiştirici ve bilimsel anlayışla bağdaşmayan yaklaşım, karar ve uygulamalarına karşı örneğin,

- 2004-2009 yılları arasında TÜBİTAK’ta yasa dışı ve bilim karşıtı gelişmeler olurken
- Kuran kurslarıyla, kutlu doğum haftalarıyla, Başbakan’ın “Hem Müslüman hem de laik olunmaz ulemaya danışalım” gibi söylemleriyle ve Milli Eğitim - Bakanlığı’ndaki diğer uygulamalarla toplum parasalcı İslami topluma dönüştürülürken
- AKP, YÖK’te ve üniversitelerde kadrolaşırken
- TÜBİTAK, Darwin’li dergi kapağına sansür uyguladığında
- Feza Gürsoy Enstitüsü’nün temel niteliği yok edildiğinde
- TÜBA, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlandığında
- İlgili bakan, TÜBA’yı “...yaşını başını almış ünlü bilim adamlarımızın bir araya geldiği, adeta fonsiyonsuz bir yer” olarak gördüğünü açıkladığında ve TÜBA üyelerinin yetersizliğini ima edip “Bu kurumu...yüksek nitelikteki bilim adamlarının yer aldığı, özel çalışmaların yapıldığı bir mekana dönüştürmeyi hedefledik” dediğinde,

TÜBA’nın neler yaptığı pek bilinmiyor.

651 sayılı KHK sonrasında bir TÜBA üyesinin, “Bugün için siyasi otoriteye doğru söyleyenler, maalesef, sadece TÜBA üyeleri ve uluslararası bilim kamuoyudur” dedikten sonra, “Üniversiteler siyasi otoriteye doğru söylemiyor. YÖK de öyle... Benzer şekilde TÜBİTAK da suskun” diyerek yakınması (Cumhuriyet gazetesi, 10 Eylül 2011:2) insanın aklını karıştırıyor.

Bu arada, “Bugün için siyasi otoriteye doğru söyleyenler” ifadesi, TÜBA’nın 2009 Bilim Raporu’yla siyasal otoriteye verdiği mesajları akla getiriyor. Bu rapordan alıntılanan,

- Şimdiki hükümetimizin politikaları, bilim adına memnunluk vericidir (s.13)
- Üniversitelerde rekabet ortamı yaratılmalıdır (s.17)
- Bugün YÖK, kendini yeniden tanımlayıp üniversiteler arasında eşgüdüm sağlayıcı, düzenleyici ve kolaylaştırıcı bir rol oynama eğilimindedir (s.17)

ifadeleri, araştırma, bilim, araştırma/bilim etiği ve de ülkemizde olup bitenler açısından doğru ve gerçekçi söylemler mi, insan merak ediyor!

Demirel’in “Dün dündür, bugün bugündür” sözünü anımsayıp geçmişin üzerine sünger çekelim ve günümüze dönüp soralım: Peki, TÜBA, 651 sayılı KHK sonrasında ne yapıyor?

Hâlâ bu hükümetten, “bilim ve eğitim” adına olumlu adım atması mı bekleniyor? Bu hükümet, 633, 651, 652 ve benzeri KHK’leri, birilerinin hatırı için mi değiştirecek?

Akademinin ve bilimin İslamileştirilmesi anlamına gelen 651 sayılı KHK’den sonra, sanırım TÜBA üyelerine tek bir görev düşüyor: Bu dönüşüme alet olmamak için istifa etmek!

Sayın üyeler, ne bekliyorsunuz?