Sıra YÖK yasasında

12 Eylül darbesinin ürünü olan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu gereği YÖK, üniversitelerle ilgili olarak her şeyi belirliyor. Bu nedenle yükseköğretim yasası demek yerine, YÖK yasası demek pek yanlış olmuyor. Bir başka açıdan da YÖK’e dokunmayan yasa değişiklikleri de, pek bir değişiklik getirmiyor.

YÖK’ün 30 yıllık tarihsel geçmişi, bir gerçeği gösteriyor: YÖK, genelde iktidarda olan hükümetin borazanı oluyor. Bu durum, biraz 2002-2007 yılları arasında, siyaset dışından Cumhurbaşkanı seçilen/yapılan A. N. Sezer zamanında bozuluyor. O yıllarda bile, eğitimin piyasalaşması ve Bologna Sürecine şartsız koşulsuz ve balıklama dalma konusunda YÖK ile AKP hükümetleri arasında bir didişme yaşanmıyor.

YÖK, 2007 sonundan itibaren AKP’lileşmiş durumda. AKP’nin vur dediğini YÖK öldürüyor.

Üniversiteler de, bir-ikisi dışında AKP’lileşmiş bulunuyor. Allahın izniyle (!) geçen hafta yapılan rektör seçimlerinin sonucunda AKP yandaşı olmayanlar oyların çoğunu alsa da, sonuç şimdiden belli: AKP’lileşememiş olanların bir çoğu da AKP’leşecek. AKP’nin ileri demokrasi ve “ilim” anlayışı güç kazanıp yaygınlaşacak.

“Bilim” konusunda söz söyleme olasılığı olan TÜBA ve TÜBİTAK da AKP’lileşti. Bunlardan bir ses çıkacak olsa, o ses, “bilimsel” değil, nakli bilgi olacak!

Dualarla açılış yapan üniversite, evrim kuramına yaratılış düşüncesiyle karşı çıkan (!) üniversite, bir bilim insanını istihdam etme karşılığından kadroya iki ilahiyatçı alan üniversite şimdiden her yerde. Rektör yardımcılıklarının cemaatler arasında paylaşılması, hangi akademisyenin hangi cemaat üyesi olduğunun açıkça bilinmesi, ilahi sorularla inanç üzerinden öğretim elamanı seçilmesi giderek yaygınlaşıyor. Okullar imam hatipleştirilerek, akli bilgiler yerine nakli bilgi aktarıılmasına daha ilköğretimden başlanacak, üniversite de nakli bilginin merkezine dönüşecek.

Üniversitede ileri demokrasi (!) de artacak: Öğrenci olsun öğretim elemanı olsun hiçbir ayırım yapmadan, parasız eğitim isteyenden laikliği ve bilimselliği savunanlara kadar, herkes ileri demokrasiden nasibini alacak! Şu anda bile, sanayi atıklarının toplum sağlığını bozmasıyla ilgili araştırma bulgularını toplumla paylaşan profesöre ceza vermeye kalkan rektör var. “Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkın” diyen öğrenciyi üniversiteden atan ve TÜBA üyeliğiyle onurlandırılan rektör de var. Türbana karşı yasalara uyulmasını isteyen öğretim üyelerini cezalandırmaya yeltelenen rektörler de. Başbakan’a, medeniyetler ittifakına katkıları nedeniyle üniversitesinde fahri doktora veren, YÖK üyeliğiyle mükafatlandırılmakla yetinilmeyip bir de son günlerde TÜBA asil üyeliğine atanan rektör var. Üniversitesine Başbakan’ın adının verilmesini sağlayan rektör de.

AKP, YÖK’e ve üniversitelere tam anlamıyla hakim olduğu bu ortam ve koşullarda, YÖK yasasını neden değiştirmeye kalkıyor?

Bilindiği gibi medreseler, bir öğretim kurumu olmanın yanında biraz da ticari bir kurumdur. Medreselerin kendilerine ait arazileri, binaları, dükkânları ve diğer dini vakıflardan elde ettikleri gelirleri vardı. Öğrencileri de tatilde medreseye para toplamak için köylere giderlerdi. Muhafazakar bir tarihçi olan B. Kodaman’a göre, “Gerileme döneminde vakıfların gelir kaynağı olarak kullanılmaya başlanmasıyla, medreseler de bilimden uzaklaştırılıp çıkar yuvasına dönüştürülmüştü” (bkz. II. Abdülhamit devri eğitim sistemi, 1991).

AKP’nin 10 yıllık yaklaşımlarına bakınca yasa değişikliklerinin hayra alamet olmayacağı belli. AKP, yapacağı yasa değişikliğiyle, üniversiteleri, medreselere benzetecek olsa da, en azından şimdilik, üniversiteye “medrese” demeyecek. “Medrese” deme zamanı, “Hedef 2023!”

AKP’nin yasa değişikliğinde, laik, kamusal, parasız, bilimsel ve özerk üniversite söz konusu bile olmayacak. Bu değişiklikler sırasında, iş güvencesi, toplum yararı, demokratik katılımcı süreçler, öz-yönetim ve üniversitenin kendi rektörünü seçmesi akla bile gelmeyecek. Kısaca ülkesini ve toplumunu seven, insan haklarına saygılı, aydınlanmaya ve bilimin öncülüğüne inanan kesimlerin hemen hiçbir beklentisi yeni yasaya yansımayacak. AKP, bu söylemleri dile geetirenleri bir kaşık suda boğmaya hazır olduğundan bunlara kulak bile vermeyecek.

AKP, bu değişiklikleri kendisine yakın oldukları için atanan ve yaptıkları yukarıda özetlenen rektörlere danışarak yapacak!

AKP danıştığında bu rektörler ne diyecek?

AKP rektörler yanında, bazı sivil toplum kuruluşu olarak lanse edilen kuruluşlardan da görüş alacak. Görüş aldığı kuruluşlar, bir yandan Bologna Sürecini, üniversitelerin ticarileşmesini, mütevelli heyetlerin kurulmasını, akademisyenliğin performansa göre ve de esnek istihdamını isteyen kuruluşlar olacak. Öte yandan, Eğitim-bir-sen gibi açık açık şeriat isteyen kuruluşlarla SETA Vakfı gibi benzer şeyleri üstü kapalı olarak savunan kuruluşlar olacak.

AKP danıştığında, bu kesimler ne söyleyecek?

“En iyisini Başbakanımız bilir!” demeyecekler mi?

Bu görüş alış-verişi sırasında, kazara muhalif bir ses çıkacak olsa, bir AKP’li kalkıp “Bu görüşleri, kurumlarını hiç düşünmeden ileri sürüyorlar” tehdidinde bulunmayacak mı?

İçinde bulunduğumuz günlerde, “En iyisini Başbakanımız bilir!” demeyenlere büyük sorumluluklar düşüyor.

Bir iki olumlu maddenin yasada yer alması bir işe yaramıyor. Örneğin 4+4+4 yasasının, olumlu olarak zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarmış olması bir işe yaramıyor, diğer maddeler her şeyi berbat ediyor.

Sorumluluk, 1-2 istendik maddenin yasada yer alması değil, üniversitenin gericileşip piyasalaşmasının, insan, toplum ve doğa düşmanına dönüşmesinin önünü kesmek.

Bu sorumluluğu yüklenebilmek için, önce gericileşme ve piyasalaşma tehlikesinin farkına varmak gerekiyor.

[email protected]