Sıra üniversitelerde

AKP, kanun hükmünde kararnamelerle ve 4+4+4 yasasıyla eğitim ve bilim alanının piyasalaştırılması ve gericileştirilmesi sürecini büyük öçüde tamamlamış bulunuyor. Geride bir tek yükseköğretim konusu kalmıştı. Şimdi sıranın, yükseköğretim alanında yıllardır var olan piyasacı ve gerici uygulamaların bir yasaya bağlanmasına geldiği anlaşılıyor.

AKP iktidarının hemen başında, Abdullah Gül’ün kurduğu ilk hükümette milli eğitim bakanı olan Erkan Mumcu zamanında ve 2003’ün ilk aylarında bir yükseköğretim tasarısı hazırlanmıştı. Bu tasarı YÖK yerine bir eşgüdüm birimi olarak YEK (Yükseköğretim Eşgüdüm Kurulu) getiriyordu. YÖK’ün yetkilerinin önemli bir bölümü Üniversitelerarası Kurul (ÜAK)’a aktarılıyordu. ÜAK, rektörler komitesi ile fen, sosyal, güzel sanatlar, sağlık, dil ve eğitim bilimleri kurullarından oluşacaktı. Kurul üyeleri, ilgili bilim alanının profesörleri tarafından seçilecekti. TÜBİTAK ve TÜBA gibi kurumlar da bu kurulda temsil edilecekti. Vakıf üniversitelerinde mütevelli heyeti Cumhurbaşkanı’na iki rektör adayı önerecekti. Üniversite yönetim kuruluna, dekanların yanında sanayi ve ticaret odalarından, il genel meclisinden, il belediye meclisinden ve en çok vergi verenler arasından temsilciler de katılabilecekti. Bu taslak bazı kurulların demokratikleşmesini sağlarken sermayeyi de üniversiteye yamalamaya kalkıyordu. Mumcu, “Herkesin görüşünü değerlendireceğiz” dese de, o zamanın YÖK’çüleri o kadar şiddetle karşı çıktılar ki, bu taslağı tartışma ortamı bile yaratılamadı.

R.T. Erdoğan Siirt’ten milletvekili seçilince, Gül’ün yerine kurduğu hükümette bakanlığa Hüseyin Çelik’i getirmişti. Çelik de kendi taslağını hazırlamıştı. Bu taslağa göre, akademik kurullar yine demokratik bir biçimde oluşturulurken YÖK ve üniversite yönetimleri neredeyse hükümete bağımlı hale getirilerek piyasalaşmanın önü açılacaktı. “Sosyal Konsey” gibi, YÖK ve ÜAK’ya önerilerde bulunacak, içinde Türkiye vergi rekortmenlerinin(!) de yer alacağı, ne olduğu belirsiz bir üst kuruluş ile “Bilim Etik Kurulu” oluşturulacaktı. Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği özel statülü üniversitenin yerine, “Özel Statülü Devlet Üniversitesi” kurulacaktı. Özel statülü devlet üniversitelerinde, mütevelli heyeti ve denetleme kurulu üyeleri, bakanın önerisi üzerine hükümet tarafından atanacaktı. “Araştırma Öğretim Üyeliği” oluşturulacaktı.

AKP’nin üniversiteyi ele geçirme planları, bu taslaklara şiddetle karşı çıkılması üzerine suya düşmüştü. Erdoğan’nın üniversitelerde konuşma yapma isteği ve milli eğitim bakanlığı aracılığıyla yükseköğretimle ilişkili değişiklikler yapma girişimi gibi AKP’nin bazı huruç hareketleri rektörlerden, YÖK’ten ve hukuk sistemi tarafından geri püskürtülmeye başlanmıştı. Bu nedenle AKP, kendilerinden birinin Cumhurbaşkanı olup YÖK’ün ele geçirilmesini beklemeye başlamıştı. Gerçekten de, A. Gül Cumhurbaşkanı olduktan sonra 2-3 ay içerisinde YÖK AKP’lileşmiş ve AKP üniversitelerde her istediğini yapma olanağı bulmuştu.

Bu arada AKP, çıraklık döneminden ustalık dönemine geçmişti. Ustalaşıp küresel sömürgenlerin söylemlerini taklit etmeleri çoğaldıkça piyasacı söylemleri daha rafine bir hal almıştı.

YÖK’ün geçenlerde internet sayfasında yayımladığı, Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru açıklamasında kullanılan söylemler, Mumcu ve Çelik taslaklarında pek yer almadığı gibi AKP’lileşen YÖK’ün uygulamalarında da yoktu. Örneğin, atadıkları rektörlerin yüzde 95’i tek tip, türbancı-AKP yanlısı oldukları halde, YÖK şimdi, “çeşitlilik” diyor! Üniversiteleri medreseleştiren YÖK, şimdi, “evrensel”likten söz ediyor! Felsefe ve sosyoloji bölümlerini bile ilahiyatçılarla dolduran YÖK, şimdi, “kurumsal özerklik”ten ve “bilimsel ve akademik özgürlük”ten dem vuruyor! Üniversitelerin çoğunda en çok oy alan adayları değil de, kendi yandaşlarının atanmasını sağlayan YÖK, şimdi, “demokratik bir siyasal kültürün geliştirilmesi” gazelini atıyor!

Acemiyken YÖK’ü kaldırmaya kalkan AKP, ustalık döneminde “demokratikleşme, akademik özerklik ve özgürlük” teraneleri içinde YÖK’ü daha da tekelleştirmeye soyunuyor. Kamusallaşmış olarak kabul edilen “en az 10 yıldır faaliyette olan, belirli ölçülerde kendi kaynaklarını yaratan ve üç yıllık akademik faaliyet puanı ortalamasına ulaşan” üniversiteler bile, YÖK, hükümet ve sermaye kıskacına alınıyor.

YÖK bugüne kadar yaptığı gibi yalnız girdi kontrolüyle yetinmiyor: “Süreç ve çıktı kontrolu yapmayı da zorunlu” görüyor! Üniversitelerin kurumsallaşma ölçütlerini belirliyor! Anayasa değişikliğiyle özel yüksekokul kurulmasına izin verilmesini istiyor ve özel Türk ve özel yabancı üniversitelerin kurulmasını ve yabancı yüksekokulların Türkiye’de, fakülte, bölüm ve meslek yüksekokulu açmalarını hükümete önermeyi planlıyor! Kurumsallaşmış üniversitelerde kurulacak olan üniversite konseylerinin her birine o üniversitenin profesörleri arasından iki üye seçmeye kalkışıyor! Kurumsallaşmakta olan üniversitelerin kurumsallaşmalarını tamamlamaları için YÖK ile koordineli bir biçimde çalışmalarını istiyor! Kurumsallaşmış fakat konsey kurulmamış üniversitelerde rektör belirleme sürecine de dahil oluyor!

Ve de bu işlevleri üstlenen YÖK, haklı olarak, “Madem güçlendim, tekelleştim ve yükseköğretimin her şeyi oldum bari adım da değişsin” dercesine adının “Türkiye Yükseköğretim Kurulu” olmasını istiyor.

Bu neo-YÖK ile üniversiteler nereye varır? Ya biter ya da birileri AKP kongrelerinde “Türkiye YÖK ile gurur duyuyor” diye bağırır!

Bu YÖK’ü, gerçekten toplumdan, bilimden, akademik özerklik ve özgürlükten yana olan hiç kimse istemiyor.

[email protected]