Sıra mescitte! Sonra?

Türkiye Cumhuriyeti, Anayasası’na göre, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletidir. Anayasa’nın kabul edildiği 1982’de, imam hatip yetiştirmek üzere açılan okullarda 180 bin ve yükseköğretim düzeyindeki dini okullarda da 2 bin dolayında öğrenci okumaktadır. Kuran kurslarına katılanların sayısı da 65 bin kadardır. 1982 öncesinde seçmeli olan ahlak bilgisi ve din dersi, bu anayasayla tüm öğrenciler için zorunlu olan din kültürü ve ahlak bilgisi dersine dönüştürülmüştür.
İmam hatip ortaokulları 1997’de sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitime geçildiğinde kapatılmıştır. AKP 2002’de iktidara geldiğinde imam hatip liselerindeki öğrenci sayısı 64 bin, ilahiyat fakültelerinde okuyan öğrenci sayısı 9 bin ve Kuran kurslarına katılanların sayısı da 118 bin kadardır. AKP iktidarının ilk yıllarında, gerici uygulamalarının bir kısmı Danıştay ya da Cumhurbaşkanı A. Sezer tarafından engellenebilse de, Cumhuriyet Başsavcısı, laiklik karşıtlığı nedeniyle AKP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi (AYM)’ne başvurmuştur. AYM, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olarak gördüğü AKP’yi para cezasına çarptırmıştır. Ancak AKP’nin gerici uygulamaları A. Gül’ün Cumhurbaşkanlığında kolaylaşmış 12 Eylül 2010 halkoylaması sonunda üst yargı organlarının yapısal değişime uğramasıyla da devran tamamen değişmiştir.

2011 yaz aylarında yapılan Türkiye Değerler Araştırması’na göre, toplumun yüzde 79’u tek doğru dinin kendi dinleri olduğunu ve yüzde 77’si de bilim ile din çelişirse, her zaman dinin doğru olduğunu düşünmekte yüzde 64’ü tanrıya inanmayanlarla ve yüzde 48’i de Hıristiyan olanlarla komşuluk yapmak istememektedir! Bu duruma gelinmesinin temel nedeni, 12 Eylül darbesi ve sonrası ile özellikle AKP döneminde uygulanan eğitim politikalarıdır. 2011’de, imam hatip lisesi öğrenci sayısının 265 bine, ilahiyat öğrenci sayısının 27 bine ve Kuran kurslarına katılanların sayısının da 297 binlere yükselmesinin sonucudur.

Başbakan’ın 2012’nin ilk aylarında, dininin ve kininin davacısı olacak dindar nesil istemesinin hemen ardından 4+4+4 yasası çıkarılmıştır. İmam hatip ortaokulları yeniden açılmış, okullara Kuran-ı Kerim, Hz Peygamberimizin hayatı ve temel din bilgisi gibi (güya) seçmeli üç din dersi konmuştur. 2013 yazında genel liseler kapatılıp bunların çoğu imam hatibe ya da meslek lisesine dönüştürülmüştür. AYM, Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına karşın, yasayla yapılamayan türban serbestliği, bir yönetmelikle hem de çağdaş giysileri okullarda yasaklayarak yapılmıştır. Çocukları camiye çekmek, Kuran’ı ve hadisleri ezberletmek için her gün yeni bir yöntem icat edilmektedir. Son iki yılda imam hatip okullarına okuyan öğrenci sayısı 700 bini geçmiş ve seçmeli din derslerini alan öğrenci sayısı da üç milyona yaklaşmıştır. İlk Cuma namazının ne zaman kılındığını, “Ba’sü ba’de’l-mevt” ifadesinin anlamını, İbn Mace’nin bilmem kaç yüzyıl önce ne dediğini vb soruları bilmeyen öğrencinin Anadolu lisesine geçişi engellenmiştir. Tüm öğrencilerin imam hatipleşme süreci başlatılmıştır.

Bu gerici uygulamalara ek olarak Diyanet İşleri Başkanlığı, her söylem ve eylemiyle toplumu din toplumuna dönüştürme çabası içindedir. Bu uygulamaların her biri, Anayasa’nın laiklikle, bilimsellikle ve eşitlikle ilgili maddelerine de, herhangi bir zümreye imtiyaz tanınamayacağını belirten maddesine de açıkça aykırıdır Milli Eğitim Kanunu’nun eşitlik ve bilimsellik ilkeleriyle ilgili maddelerine de.

3,5 yaşındaki çocuğun ölümü üzerinden mezhepçilik yapılır hale gelinmiştir. Laiklik, bilimsellik ve eşitlik karşıtı uygulamalarla 3-5 yıl içinde değerler araştırmasında görülen yüzdelerin nereye varacağı bellidir. Cumhuriyet savcıları, AYM ve Danıştay hâlâ Anayasa’ya aykırı uygulamalara karşı duyarsızdır!
Şimdi de, Hatay’da ‘kızlı erkekli’ oturma planı yapan öğretmene soruşturma açılırken okullara, “bay ve bayan mescidi düzenlenmesi konusunda yerel imkanların kullanılması, gerekli hassasiyet ve özverinin gösterilmesi hususunda” genelge gönderilmektedir! Okulların önceliği laik ve bilimsel anlayışa göre değil, bir inanca ağırlık verecek şekilde yeniden tasarlanmasına devam edilmek istenmektedir. Okulların bir eğitim-öğretim kurumu olup okumanın, düşünmenin, sorgulamanın, eleştirmenin ve araştırmanın öğrenileceği yerler olmasındansa, bir inancın öğretilerine ve pratiklerine ağırlık veren kurumlara dönüştürülmesine çalışılmaktadır.

Bu ülke ve çocuklarımız sahipsiz midir?