Şimdi de türbanlı rektör!

Müslüman ülkelerde, 15-20 yıl öncesinde türbanlı kimseler pek yokken şimdi, türbansız kadın yok gibi! Türkiye’de de, “inancı gereği” ya da “alışkanlık olarak” başörtüsü kullanılıyordu, şimdi türban kullanılıyor! Bir bakıma türban son on yılların modası. Kim bilir belki de yakında erkekler de kendi türbanlarını üretecek!
Geçmişte Türkiye’de kızların/kadınların kapanması genelde aile, ağabey, koca ya da mahalle baskısıyla gerçekleşiyordu ve okula gitme olanağını bulanların önemli bir bölümü, başlarını açıyorlardı. İmam hatiplerde bile baş açıktı. Sonra, önce imam hatipte okuyan kızların başı kapatıldı. Arkasından da cemaat okullarıyla dershanelerinde ve cemaatlerin cirit attığı devlet kurumlarında kızların türbana alıştırılmasına başlandı. Bir ara parasal destek bile söz konusuydu. Son günlerde bir başka aşamaya geçildiği ve yaşamları boyunca başlarını örtmemiş ya da türban kullanmamış yetişkinlerin bir gün “inancım gereği” diyerek türbana girdikleri görülüyor. Kendisine oy verenlerin büyük bir çoğunluğunun ona türbansız olduğu için oy vermiş olduklarını yadsıyan kadın milletvekilleri bile türbana giriveriyor!

İlahiyatçıların bir bölümünün, “Kuran’da kadının saçını örtmesini zorlayan bir madde yok” dediği biliniyor. İlahiyatçı oldukları halde ve de ilahiyat fakültesi dekanlığı yaptıkları halde, Kuran’da böylesine bir zorunluluk olmadığı için türban kullanmayan kadınların varlığı da biliniyor. Bu durumda, küçük yaşlarda olanlarla yeterince kişilik kazanamamış ya da çaresiz kalmış yetişkinlerin türbana girmelerini anlamak mümkün olsa da, kişiliklerini geliştirmiş, toplumda bir yer edinmiş ve bu konuda farklı değerlendirmelerin olduğunu bilenlerin türbana girmesini anlamak kolay olmuyor. Benzer bir biçimde cemaatçi tezgahından geçerek öğrenim görmüş kişilerin yetişkinliklerinde cemaatçiliklerini sürdürmeleri anlaşılabiliyor da, öğrenim görmüş kişilerin sonradan-yetişkinliklerinde cemaate girmelerini anlamak kolay olmuyor.

Bu bağlamda, herhangi bir kadının değil de bir akademisyenin-rektörün, aniden türbana girmesi haberi insanı şaşırtıyor. Hele bu rektör, 2007 genel seçimlerinde AKP’den milletvekili adayı olmuşsa ve üniversitesinde yapılan rektör adayı belirleme sürecinde 3’üncü olmuşken Cumhurbaşkanı Gül’ün seçimiyle 2008’de rektör atanmışsa ve rektörlüğünün ikinci dönemindeyse, şaşkınlık daha da artıyor.

Kimileri ve de haklı olarak, bunun altında bir bit yeniği arıyor. Üniversitenin bulunduğu kentin bir AKP milletvekilinin,”Üniversite yönetiminin ciddi yolsuzluklar içerisinde olduğunu, bununla ilgili olarak da önümüzdeki günlerde cumhuriyet savcısına suç duyurusunda bulunacağını açıklayacağı” haberi yayılıyor. Üniversiteden uzaklaştırılan bir ilahiyatçının da rektörü suçladığı söyleniyor.

Türbana giren rektör, yaşamını fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı olarak sürdürmüş, yayınlar yapmış bir kişi. Rektör, uzmanı olduğu alanda üretilmiş tüm bilgilerin din-inançla ilgili olmayıp bilimsel bilgi olduğunu bilen kişi. Rektör, ayrıca bilimsellikte, “bilimin evrensel ve nesnel olduğunu, mutlak doğruların ya da otoritenin olmadığını, bilimde doğaüstü güçlere ve mucizelere yer verilmediğini” de bilen bir kişi! Bütün bunları bilmesi gereken bir kişinin, “Dinimin emrini yerine getiriyorum” diyebilmesi anlaşılmaz olsa da, ilginç değil mi?

Rektör, türbana girdiğinde görevlerinden ayrılmış olsa, “50’lerini yaşayan bir kadının tercihi canım, ne olacak” denip olay geçiştirilecek. Ancak türbana giren kişi görevlerine devam edince, ilginçlikten de öte olmaması gereken bir durum ortaya çıkıyor. Çünkü rektörlük, üniversitenin bilimsel çalışmalarını yönlendirecek makam. Çünkü günümüzde, ilaçlardan araç-gereçlere kadar herkesin kullandığı nesnelerin tümü gibi gelecekte üretilecek nesneler de, bir dinin/inancın gereği üretilmiş şeyler değil bilimsel yaklaşımla üretilmiş nesneler olacak. Çünkü üniversite öğretim üyeliği, öğretmenlik ve yargıçlık gibi, inancın kişinin kendi iç dünyasının sınırları dışına çıkmaması ve iş ortamına yansıtılmaması, inancın değil mesleki ilkelerin davranışlarda belirleyici olması gereken bir meslek.

Çünkü çağdaş dünyada ve zamanımızda toplumun ayakta kalabilmesi için, üniversitenin bilim merkezi, akademisyenin de bilim insanı olması ve inancını değil bilimselliğini topluma yansıtması gerekiyor.