Sevinenler, üzülenler ve umursamayanlar (II),

Üniversiteye girişte yaşanan sevinç ve üzüntülerin bir benzeri, ilköğretim mezunları arasında da yaşanıyor. 2011 Seviye Belirleme Sınavı (SBS) sonuçlarına göre devlet ve özel okullara alınacak öğrenci sayısı 421.080 kişi. Bunun içinden özel okulların kontenjanı olan 12.073’ü çıkarırsanız, 409.007 ilköğretim mezunu, sınavla öğrenci alan devlet okullarına girebilecek! Bu durumda ilköğretim mezunlarının yüzde 60 kadarı okumak istediği okulda öğrenim görme şansı bulamayacak, üzülecek. Hoş bu öğrenciler istedikleri takdirde sınavsız öğrenci alan bir liseye gidebileceklerinden belki üniversiteye gidemeyecek öğrenci kadar üzülmeyecekler ancak, daha lise birinci sınıftan üniversiteye girme şanslarının düşük olacağını düşüneceklerinden, ortaöğretim yaşamları boyunca, konu akıllarına geldiğinde, hüzünlenecekler.

7. sınıf SBS sonuçları açıklanıyor (gazeteler, 6 Ağustos 2011). Sınava giren 1.083.750 öğrenci içinde ancak 503 öğrenci tüm soruları yanıtlayabiliyor. Tüm soruları doğru yanıtlayanlar özel okullarda on binde 8 ve devlet okullarında on binde 2 düzeyinde kalıyor! Yıllardır benzeri sonuçlar alınıyor: Yetkililer, durumu görmemezlikten geliyor umursamıyor!

Anaokuluna ve ilköğretime yeni başlayanlarla bu kurumlarda öğrenci olanların arasında da sevinçli ve üzüntülü olanlar var. Anaokuluyla ilköğretim okuluna gidenler büyük bir sevinç yaşarken onların okula gitme olanağı bulamayan yaşıtları ise üzülüp hüzünleniyorlar. Devlet, okul çağı gençlerini okullaştırmak için yeterli önlem almadığından bu tür üzüntü ve hüzünlere neden olmasının yanında, “Öğrenci sayısı düştü” diyerek, okulu kapatıp öğrencileri ya taşımalı ya da yatılı okutmaya kalkarak üzebiliyor. “Hazırlıkları bitiremezsek gelecek yıl öğrenimlerine devam ederler” deme densizliğinde bulunan yetkililer de çıkıyor!

Devlet, gençlerin bir bölümüne sevinçleri yaşatırken daha büyük bir bölümünü üzüntüye boğmaya devam ediyor!

Oysa hükümetler biraz yurttaşına değer verse çok şey değişir ve en azından ilköğretimden ortaöğretime geçiş sürecinde yaşanan üzüntüler büyük ölçüde önlenebilir. Sınavlarda başarılı olamamak, devletin belirlediği kontenjandan kaynaklanıyor. İlköğretim mezunu kadar devletin gözde liselerinde yer olsa, sorun kalmayacak. Devlet, gençlerin eğitim konusunda yaşadıkları hüzünleri umursamazlık etmese, sağlıklı bir vergi sistemi kursa ya da toplumsal barışı sağlayıp silah harcamalarını kıssa yeterince kaynak bulur. Üç-dört yıllık ortaöğretimi zorunlu yapar, tüm liseleri genel liselere dönüştürür ve ülkenin her yöresine eşdeğer nitelikte liseler açabilir. Bu yolla hem gençlerin genel bilgi ve kültür düzeyi yükselir. Hem de gençler, 11 yıllık öğrenim sonunda daha katılımcı ve üretken yetişkinler olarak yaşama atılırlar ve de öğrenimlerine devam edeceklerse çok daha sağlıklı seçim yaparlar.

Eğitim-öğretim konularıyla ilgili olarak yaşanan sevinç ve üzüntüler öğrencilerle sınırlı değil tabii. Bilindiği gibi eğitim-öğretim süreçleri, araştırma ve bilimle birebir ilişkili konular. Bu nedenle, eğitim-öğretim süreçlerine, dolayısıyla bilime duyarlı kesimler, üzülen ve hüzünlenen öğrenciler için üzüldükleri gibi, üniversitelerde, YÖK’te, TÜBİTAK ve TÜBA’daki bilim karşıtı gelişmeler karşısında da üzülüyorlar. Başbakan yardımcısı Arınç yandaşlarına, “Yakında daha çok sevineceğimiz olaylar olacak” demesi boşuna değil duyarlı insanlar üzülürken başta Arınç olmak üzere pek çok insanın da (üzüleceklerine) sevinç içinde olduğu görülüyor!

Devletin yurttaşlarına değer vermesi beklenirken tam tersi oluyor 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile eğitim sistemi birdenbire alt üst ediliyor. Duyarlı insanlar üzülürken Arınç ve yandaşları, yine (üzüleceklerine) sevinçlere gark oluyorlar. 652 sayılı KHK’yle bakanlık merkezi denetimden vazgeçip denetimi illere bırakırken, öğrencileri, “Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaş olarak” yetiştirme amacından da vazgeçiyor. 652 ile iptal edilen yasada var olan bu ifadeye 652 değişikliğinde yer verilmiyor! Buna karşılık 652 sayılı KHK’ye, öğrenciyi girişimci ve rekabetçi yapacak “küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatarak geleceğe hazırlayan eğitim ve öğretim” (652 sayılı KHK, madde 2a) programlarının hazırlanması amacı ekleniyor. 652 sayılı KHK, yani AKP, öğrencinin etkin bir yurttaş olması için gerekli olan sosyal, siyasal, kültürel, demokratik ve bilimsel bilgi ve beceri kazanmasını da önemsemiyor.

Üstelik bu 652 sayılı KHK, mesleki eğitimleri bir çatı altında toplarken imam hatip yetiştirmeyi mesleki eğitim saymıyor. Bu KHK ile, Matematik/Fizik/… Öğretimi Genel Müdürlüğü ya da Fen/Sosyal Bilimler Öğretimi Genel Müdürlüğü gibi genel müdürlükler olmadığı halde Din Öğretimi Genel Müdürlüğü oluyor! Bu durum AKP’nin eğitim anlayışını yansıtıyor.

Milli Eğitim Bakanı Dinçer, “Bakanlığın ideolojik nitelik taşıyacak hassasiyetlerini korudum” derken hem bu dönüşümün mimarı olduğunu açıklamış oluyor hem de duyarlı insanlarla dalgasını geçiyor. Çünkü TÜBA’yı İslamileştiren 651 sayılı KHK’den sonra, 652 sayılı KHK’nin de, laik, demokratik ve bilimsel amaçlar taşıyan eğitimi, parasalcı-İslam öğretisine dönüştüreceği anlaşılıyor. Bu durum, ülke için, toplum için, birey için üzülmenin ötesinde bir durum yaratıyor. Bu değişimler, engellenemezse, gelecek yıllarda üzülenler kadar bugün sevinç yaşayanların da üzüleceği koşullar hazırlanıyor.

Bu konularda bugün sevinç içinde olanların aymazlığı, kimilerinin “atı alıp Üsküdar’a” geçmesini kolaylaştırdığı oranda Türkiye insanının geleceğini karartıyor.

[email protected]