Şeriat tehlikesi var mı?

Çok değil, Cumhuriyet rejiminin kuruluşundan yedi yıl sonrasını, 1930-1949 yıllarını düşünelim. Bu yıllarda, ezan Türkçe okunmuş; din dersleri okul programlarından çıkarılmış; (1924’te açılan) imam hatipler ve ilahiyat fakültesi öğrenci azlığı nedeniyle kapatılmış; resmisi hiç olmayan Kur’an kurslarının kaçağı ve cemaatleşme yok denecek kadar az. Laik hukuk sistemi benimsenmiş toplumun başvuru kaynağı olmuş, ulema arayan azalmış. 

1949’da ve özellikle 1950’lerde durum değişmeye başlıyor. Kur’an kursları, ilahiyat ve imam hatipler açılıyor; Türkçe ezan okunmasına son veriliyor; okullara seçmeli din dersi giriyor. Şıhlar ve şeyhler ortaya çıkmaya başlıyor. Yine de hepsi sınırlı sayılarda; yapılan araştırmalar 1960 gençliğinin batı gençliği gibi çağdaş ve bilimsel dünya görüşüne sahip olduğunu gösteriyor. 1968 üniversite gençliği bu özelliği yanında ABD ve her türlü sömürüye karşı olmakla tanınıyor. 

Demirel 1965’te iktidar olduktan sonra en dayanamadığı kesim bu üniversite gençliği oluyor. Adım adım önlemlerini almaya başlıyor: Kızları imam hatiplere alıyor; seçmeli din dersi liselere giriyor; milliyetçi ve mukaddesatçı kuruluşlar desteklenip besleniyor; 1975-1980 arasında (Milli Cephe hükümetleri döneminde) açılan imam hatip okulu sayısı, 1950-1970 yılları arasında açılan sayının on katını buluyor; Kur’an kursu sayıları artmaya başlıyor. 1974’te, Ecevit-Erbakan koalisyon hükümeti zamanında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini üretiyoruz; mesleki ortaokullar kapatılmışken, imam hatip ortaokullarının açılmasına izin veriyoruz. İmam hatiplerde genç beyinlere, fıkıh, hadis, tefsir ve şeriat öğretiyoruz. Kur’an kurslarında, kursa hakim olan tarikatçılığı benimsetiyoruz. 1970 sonlarında, yine de, genelde gençler hâlâ bilimsel ve çağdaş görüşteler; hurafeye inananlar okumamışlar arasından çıkıyor; türban yok.

12 Eylül 1980 bir dönem noktası, 24 Ocak 1980 kapitalizmle bütünleşme kararlarının uygulanma dönemi. İlerici kuruluşlar yasaklanırken Bezmialemler, Alperenler ve Milli Görüşçüler yaygınlaştırılıyor. 1970’lerde aynı eylemler içinde bulunanlar, sol kanattan geliyorlarsa anayasal düzeni değiştirmekten, sağ kanattan geliyorlarsa adi suçlardan yargılanıyor. Türk İslam Sentezi benimseniyor. İmam hatiplere üniversite kapısı açılıyor. ANAP, yaratılış kuramını “in”, evrim kuramını “out” ediyor; yabancı dille eğitim yapacak (Anadolu) imam hatipleri açıyor; burs ve yatılı kaynaklarını imam hatiplilere aktarıyor;  Kur’an kurslarına ortaokula denk diploma verilmesini istiyor. ANAP-DYP zamanında, neredeyse 30 yılda açılmış olanların iki katı kadar imam hatip açılıyor. Üniversiteye gelmiş öğrenciler içinde karşı cinsle tokalaşmayan, harem selamlık yapan, sünnettir diye sakala rağbet eden, diğer cinsiyetteki hastasına dokunmayan hemşireler doktorlar türüyor. 1400 yıllık İslam tarihinde olmayan bir şey yaşanıyor; Türban ortaya çıkıyor.

1990’larda, yatılı okullarda öğrencileri zorla oruca kaldıran, namaz kıldıran ve camiye götürenler artıyor. “Hakiki ve faziletli hürriyet Allah’a kul olmaktır” diyen ve on yıldır ABD’de yaşayan kişiye bağlı, öğrenci, öğretmen, mühendis, asker, polis …  sayısı her gün artıyor. Eğitim fakültelerine girenlerin önemli bir bölümü bu kişiye bağımlı kimselerden oluşuyor. Kimileri de, aczmendinin, hizbullahın, el-kaidenin, Taliban’ın, Hamas’ın, Nakşi’nin, Süleymancı’nın, bir şıhın-şeyhin kulu kölesi oluyor. Günümüzde, üniversite gençliğinin büyük çoğunluğu cinlere, perilere ve kadere inanıyor; yetişkinlerin önemli bir bölümü depremin o yörede işlenen ahlaksızlıklar nedeniyle olduğunu sanıyor, Çanakkale Savaşı’nın gökten inen yeşil cüppeliler sayesinde kazanıldığına inanıyor. Kısaca, geçmişte okuryazar olmayanlar hurafelere inanırken, şimdi okumuşlar da hurafelere inanıyor. 

Erbakan’ın arka bahçesi olan imam hatipler, AKP’nin ön bahçesine dönüştü. AKP, ekonomi ve dış işleriyle ilgili siyasetini ABD’ye, AB’ye, DB’ye ve IMF’ye; iç siyasetini de imam hatiplere ve türbana indeksledi. MEB’de okul müdürlükleriyle merkez yöneticiliklerine getirilenlerin çoğu nasıl oluyorsa imam hatip ya da ilahiyat çıkışlı oldu. YİBO’larda, Atatürk’ün gençliğe hitabesinin yanına Hz. Muhammet’in vasiyetini konmaya başlandı; ilköğretim çocuklarına, “Eşiniz sizi dinlemezse, yatağınıza almayın, sizi dinlememeye devam ederse dövün” vasiyeti okutuluyor. İlköğretim sonunda öğrencilerin imam hatiplere gitmesi için çeşitli yönlendirmeler yapılıyor. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile 19 Mayıs Gençlik ve Spor bayramlarında (Hz. Muhammed o tarihlerde doğmamış olsa da) kutlu doğum haftaları düzenleniyor: Çocuklar çarşafa giriyor, ilahiler okuyor. Okullarda, Hz. Muhammet’e mektup yazma ve hafızlık yarışları düzenlenmesi gibi etkinlikler artıyor. Hemen her gün bir yöreden okulların camiye ya da medreseye dönüştürme haberleri geliyor. Her geçen gün, bin yıl öncesinin yorumlarına dayalı yaşam düzenini isteyenler artıyor. Dini kullanan, köşe dönüyor, holdingleşiyor; dini kullanmayan ise din düşmanı ya da kâfir sayılıyor. 

Türkiye'de 60 bin kişiye 1 hastane ve 350 kişiye 1 cami, 900 kişiye bir doktor ve 780 kişiye bir din görevlisi düşüyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) bütçesi tüm üniversite bütçesini aşıyor. DİB, “Şu haramdır, bu böyle yapılmalıdır” diye fetva veriyor; bırakın Hıristiyan ve Musevileri, Sünni dışında (Şii, Alevi, Şafii, Hambeli, Maliki, vb) hiçbir inancı temsil etmiyor. Gazetelerde dini yorumlar televizyonda dini vaazlar aldı başını gidiyor. 

“Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” denen Menderes’ten, “Şeriat mı öğretim birliği yasası mı? Tabii ki şeriat” diyen Demirel’e gelmemiz yetmedi. Annesini bir şeyhin yanına özel izinle gömdüren Özal’dan, “Devlet laik olur, yurttaş laik olmaz” derken, yurttaşlara, “İstersen kamusal alanda türbanla/çarşafla çalışabilirsin, dört kadınla evlenebilirsin, kızına yarım miras bırakabilirsin, eşine ‘boş ol’ diyebilirsin …” demek isteyen ve sıkışınca ulemaya danışan şimdiki başbakana geldik.  

Ne dediniz? Şeriat tehlikesi mi var? Hadi canım siz de!