Rektör seçimleri

YÖK bir âlem kurum. Her an, ne kadar vurdumduymaz olduğunu sergilemekten çekinmiyor. Son numarasını 21 üniversite rektör adaylarını elerken gösteriyor. AKP türü demokratlık yapıyor: İki üniversitede en çok oy alan adaylar kadın olunca, onları ilk üçe koymuyor. Ne de olsa eksik etekliler! Bir başka üniversitede de, 732 oy almış ve en yakın rakibine 348 oy fark atmış şu andaki rektörü, ilk üç içine almıyor. Daha sekiz yıl önce, üç yüz küsur oyla üniversitesinde ilk sırayı almış bir adayı Gürüz/YÖK ilk üçe koymadığında neler olduğunu umursamıyor. Büyük bir olasılıkla sekiz yıl önce o olayı kınayanlar, bugün YÖK üyesi olarak aynı şeyi yapıyor. YÖK, "yök" olmasa bunu yapabilir mi? Üniversitesinden birinci sırada gelen kişileri, YÖK'teki 21 kişi, oylarıyla silebilir mi, üniversite iradesine darbe vurabilir mi? Bu rektör sakıncalı işler yapıyorduysa, altı aydır YÖK neredeydi denmez mi? Kim bilir, belki de YÖK, Ergenekon korkusundan kimseden bir tepki gelmeyeceğini düşünmüştür. Öyle ya, bugünlerde AKP'ye/YÖK'e karşı çıkmak darbecilik değilse, darbecilik nedir ki? Ya da talimat yukarıdan gelmiştir YÖK bir taşeron gibi kullanılmıştır.

İşin özünde bu tür sorunlara kafa yormak biraz da abes kaçıyor. Rektör seçiminin ya da genelde yükseköğretim yasasının neresi doğru ki YÖK'ten doğruluk bekleyelim.

Anımsarsınız, YÖK'ün ilk on yılında, her üniversitenin rektör adaylarını YÖK (o zamanlar Doğramacı) belirleyip cumhurbaşkanına sunardı. 1991 genel seçimleri sonrasında koalisyon hükümeti kurulunca, demokratikleşeceğimizi sanmıştık. Boğaziçi Üniversitesi, herhalde koalisyon hükümetine bir-iki bakan vermenin de umuduyla, "Biz kendi rektör adaylarımızı kendimiz belirlemek istiyoruz" diyerek harekete geçmiş ve seçim bile yapmıştı. Bu süreçte Doğramacı, 9 YÖK üyesinden oluşan bir komisyon kurmuş, rektör seçilecek üniversiteden de (fakülte sayısına göre) 2-4 senato üyesinin katılımıyla 11-13 kişiyi bulan bu komisyonun, o üniversite için 7 rektör adayı belirlemesi istenmişti. Sonra, YÖK, bu 7 adaydan 4'ünü seçip sıralayarak Cumhurbaşkanı'na sunacaktı. Üniversitelerin tepkisi üzerine, konu meclise taşınmış, 7 Temmuz 1992 tarihinde 2547 sayılı yükseköğretim yasasında yapılan değişiklikle, üniversitelerin seçimle belirleyeceği 6 adayın, YÖK tarafından üçe indirilip atanmak üzere Cumhurbaşkanına gönderilmesi kabul edilmişti. Buna tepki olarak Doğramacı, 10 Temmuz'da YÖK başkanlığından ve üyeliğinden istifa etmişti.

Bu değişiklik de durumu demokratikleştirmemişti. Seçime giren insanlar, seçmenden en çok oyu aldıklarında, muhtar, belediye başkanı, parti genel başkanı vb. olabiliyor. Partisi genel seçimleri kazanan parti başkanı, başbakan da oluyor. Yasaya göre, öğretim üyelerinin (çeşitli jürilerce değerlendirildikten sonra, profesör, doçent ve yardımcı doçent olanların) yani en az doktora derecesi bulunanların oy verdiği üniversitede, en çok oyu alan kişi rektör olamıyor araya YÖK ve cumhurbaşkanı gibi eleme mekanizmaları giriyor! Genelde rektör adayları da bir tuhaf oluyor, çoğu, "Rektörlük, en çok oyu alan arkadaşımızın hakkıdır" diyemiyor. Bu gariplikler yetmezmiş gibi, Teziç döneminde, rektör adayı sayısını üçe indirme sürecine, adaylarla görüşme (mülakat) yapılması garabeti getirilmişti. Adayların çalışmalarına bakmak zahmetli bir iş boy-posa bakmak daha kolay!

Bir başka garabet de, şu basit hesapta ortaya çıkıyor. Gazete haberlerine göre YÖK, Pazartesi sabahı başka konuları görüşmüş, öğleden sonra rektör adaylarını belirlemiş 21 üniversite için önüne gelen altı adayı üçe yani toplam 21*6=126 adayı 63'e indirmiş. YÖK üyeleri her bir aday için birer dakika değerlendirme yapacak olsa, bu iş 21*126=2646 dakika ya da 44 saat sürecek her üye yarım dakika konuşsa 22 saat, 15 saniye konuşsa 11 saat gerekecek. Genelde akil adamlardan ve yaşları kemale ermiş insanlardan oluşan YÖK üyelerinin yaş ortalaması 25 bile olsa bu süreye yürek dayanmaz. Bu durumda, rektör adayı sayısı altıdan üçe indirilirken üyelerin yeterince değerlendirme yapamadıkları belli oluyor.

YÖK üyeleri bir kağıda altı adayın adlarını sıralıyor, sonra sayım yapıp en çok oy alan ilk üç kişiyi cumhurbaşkanına sunuyordur desek, bu da pek anlamlı olmuyor. Nasıl Anayasa Mahkemesi'nin her kararının arkasında bir gerekçe aranıyorsa, YÖK kararında da gerekçe olması gerekmez mi? Haydi biz soramıyoruz, sorsak da kimse umursamıyor Cumhurbaşkanı, "Neden" diye sormaz mı? Üniversitesinde en oy çok oy alan kişi mahkemeye gitse, bu kararın gerekçesini öğrenmeye kalksa, "valla bizim bir suçumuz yok, sıralama bu sonucu verdi" açıklaması yeterli olur mu? Anayasa Mahkemesi, AKP'yi kapatma davasında kılı kırk yarıyor. Sonuçta, iddiaları geçerli bulursa 85 kişiye 5 yıl süreyle parti kurma ve bir partiye üye olma yasağı getirecek. YÖK de, bir bakıma, adaylara 4 yıl rektör adayı olmama yasağı getirmiş olmuyor mu? Siyasal yasakta yaş hadi yok, rektör adaylığında yaşı kemale ermişlere ömür boyu yasak gelmiş oluyor. YÖK'ün insanların kaderiyle oynarken biraz özen göstermesi gerekmiyor mu?

Ya şimdiki cumhurbaşkanı da, bir önceki cumhurbaşkanı gibi aday listelerini YÖK'e geri gönderirse, bu YÖK'ün hali nice olur?

YÖK hem kendini hem de cumhurbaşkanını zor duruma soktu: Ya taşeronluğu ortaya çıkacak ya da cumhurbaşkanı üç üniversitenin aday listesini geri gönderecek.

Esasında YÖK bunu hep yapıyor. Anlaşılan, yükseköğretim yasası değiştirilip YÖK kaldırılmadıkça, bu YÖK kendini koruyamayacak.

[email protected]