Radikal Gazetesi Fikir Platformu!

Radikal Gazetesi (15 Temmuz 2007), ülke sorunlarına çözüm önerilerinin derlenmesini üstlenerek Radikal fikir platformu çalışmasını başlatmış. Bu amaçla, gazetenin genel yayın yönetmeninin ifadesiyle, “Üç aşağı beş yukarı benzer şeyler düşünen, üç aşağı beş yukarı benzer bir Türkiye hayal eden insanlar” seçilmiş ve “Önümüzdeki dört yılda uygulanabilir ve hayata geçirilebilir nitelikte politika” üretmek üzere bir araya getirilmiş.   

‘Arama Katılımlı Yönetim Danışmanlığı’ şirketi, bu çalışmayı, “Katılımlı demokrasi projesi” olarak sunup yürütmüş. Bu şirketin danışmanının yazısından anlaşıldığı kadarıyla, 66 kişiyi bulan “Katılımcılar belirli perspektifleri ve iddiaları taşıdıkları için davet” edilmiş. “Tüm katılımcılardan kendileri için en önemli, en öncelikli somut politika önerileri” istenmiş. Katılımcılar, daha çok katkı sağlayacaklarını düşündükleri sekiz fikir kümesine katılmışlar. Böylece, eğitim reformu ve vizyonu, ayrımcılık ve iç barış ve siyasal sistem gibi sekiz ayrı konuda çalışma kümeleri oluşturulmuş. Bu fikir platformunun ele aldığı konularda yazılmış onlarca/yüzlerce kitap olsa da, herhalde bunların okunmadığını bilen bu girişim sahipleri, platformda ortaya çıkan önerileri Radikal’de yayımlayıp çalışma kümelerinden bir-iki kişinin katılımıyla CNN televizyonunda da tartışarak geniş kitlelere ulaşma yolunu bulmuşlar. Aşağıda, “eğitim reformu ve vizyonu” kümesinin önerileriyle ilgili kısa bir değerlendirme yapılmaktadır.

16 Temmuz günü CNN’deki programda, “eğitim reformu ve vizyonu” çalışmalarına katılmış bir arkadaş, “Değişik kesimlerden bir araya gelen bizler kısa sürede konular üzerinde anlaştık, şimdi sıra uygulamada” diyebildiğine göre, “Üç aşağı beş yukarı benzer şeyler düşünen” insanlarla “katılımlı demokrasi projesi” yaratma mucizesinin başarıldığı anlaşılıyor. Hem de, eğitim gibi en sorunsal ve en önemli bir konuyu, bir günde (10 Temmuz günü İstanbul Hilton Oteli’nde toplanarak) halledivermişler. Halledebilmişler ama, raporda şaşırtıcı durumlar da az değil. 

Eğitim reformu ve vizyonu çalışma kümesi ilginç bir küme: Şişli Terakki Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Arığ; Doğan Gazetecilik İcra Kurulu Başkanı ve ekonomist Hanzaade Doğan Boyner; siyaset bilimci ve Boğaziçi Üniversitesi eski rektörlerinden Prof. Dr. Üstün Ergüder; AÇEV Genel Müdür’ü Ayla Göksel Göçer; klinik psikolog Prof. Dr. Aydan Gülerce, ekonomist Prof. Dr. Eser Karakaş; İstanbul Bilgi Üniversitesi kurucularından Latif Mutlu; ÇYDD Başkanı, hekim ve YÖK eski üyelerinden Prof. Dr. Türkan Saylan; ekonomist ve YÖK eski üyelerinden Prof. Dr. Burhan Şenatalar; yönetici görevlerinde bulunmuş Gürel Tüzün’den oluşuyor. Ancak, bu kadar tanınmış insanın, genelde uzmanı oldukları alanda değil de ilgi duydukları bir başka alanda çalışıp öneriler ürettikleri görülüyor. Anlaşılan, bu kümede “eğitimci” eksikliği hissedilmemiş. Bu arada, CNN’deki tartışmaya, bir özel okul sahibi ve AKP zamanında üç yıl kadar Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı yapmış bir eğitimci, Prof. Dr. Ziya Selçuk çağırılmış. 

Gazetede, eğitim reformu ve vizyonu çalışma kümesinin önerilerini Üstün Ergüder’in kaleme aldığı belirtiliyor. Bu kümenin raporu şöyle bitiyor: “Bu önerilerinin önemli bir bölümü Eğitim Reformu Girişimi’nin Seçim Bildirgesindeki önerileriyle örtüşmektedir” (Radikal Gazetesi, 15 Temmuz 2007, sayfa 11). Eğitim Reformu Girişimi Başkanı kim dersiniz? Üstün Ergüder!

Bu fikir kümesinin 15 maddede özetlediği önerilerin içeriğine bakıldığında, raporda kullanılan akreditasyon, avantaj, performans, potansiyel ve vizyon gibi sözcüklerin varlığı önemini yitiriyor. Hoş, raporda, “İlköğretim çağındaki 10 çocuğumuzdan biri okula gitmiyor” ve “Beş kadından biri okuryazar değil” gibi doğru saptamalar ve “Önceliğin erken çocukluk eğitimi, temel eğitim ve ortaöğretimde olması” ve “Din eğitimi (öğretimi demek istiyorlar herhalde) zorunlu olmaktan çıkarılmalı” gibi yerinde öneriler de yok değil. Ancak, raporu dikkatle okuyunca iş biraz değişiyor. 

Bu çalışma kümesi, Türkiye’de yapılmış araştırmaları yok sayarcasına, OECD, Dünya Bankası ve UNICEF gibi kuruluşların yaptığı araştırmaların Türkiye’de eğitimde fırsat eşitliği sorununa işaret ettiğini belirtiyor. 

Eğitim kümesi ilk olarak, “Öğretmenlere gereken donanımın kazandırılması için 2008-2012 yıllarının ‘Öğretmen Beş Yılı’ ilan edilmesini” önermiş. Oysa, bugün geçerli olan öğretmen yetiştirme modeli 1997 yılında, Dünya Bankası’nın öncülüğünde geliştirilip uygulamaya konmuştu (bkz. Öğretmen Yetiştirme Sistemimiz, Ütopya Yayınevi). O aylarda ve sonrasında, “Eğitim Fakültelerine Yeni Giysi I ve II; Eğitim Fakültelerinin Derdi Belli! YÖK’ün Derdi Ne? YÖK Eğitim Fakültelerinden Ne İstiyor?” gibi pek çok makale yazılmıştı ve o model çok eleştirilmişti. Eğitim kümesinin eski rektör olan üyesi Üniversitelerarası Kurul’da bu modele onay vermişti ve kümenin iki eski YÖK üyesi YÖK’te görev yaptıkları sürede bu model konusunda sessiz kalmıştı. 

Bu birinci önerinin sonunda da, “Öğretmen politikaları, sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerin de katılımıyla” geliştirilip uygulanmalı deniyor. Bu öneride, temel öğenin STK’lar olduğu ve üniversite sözcüğünün kerhen dahil edildiği açıkça belli olsa da, hangi STK’ların kastedildiği pek anlaşılamıyor. Kastedilenler, fikir platformu üyelerinin bir bölümünün üye ya da başkan olduğu STK’lar mı, cemaatler mi, tam bilinmiyor. 8. ve 14. önerilerde bu konuda biraz ipucu veriliyor. 8. öneride, “Milli Eğitim Bakanlığı, merkeziyetçiliği azaltmak, yerel yönetim ve sivil toplum kuruluşlarının potansiyellerinden yararlanmayı gerçekleştirmek üzere yeniden yapılanmalı” deniyor. 14. maddede de, “Yükseköğretimin kendi finansına katkısını artırmak için, bazı düzenlemelere gidilmeli” denip üniversitelerin, “Sivil toplum kaynaklarından yararlanabilmeleri için, teşvik edici yasalar (vergi gibi) çıkarılması sağlanmalı” denmektedir. Anlaşılan bu eğitim kümesinin aklındaki STK’lar, üyelerin ya da bağış yapanların katkılarıyla ayakta duran gönüllü ve demokratik kuruluşlar değil de, TÜSİAD, Koç Vakfı ve Sabancı Vakfı gibi “potansiyeli olan” STK’lar. Eğitim politikalarını belirleyecek olan bu tür STK’lar olunca, üniversitelerin bu çalışmaya katılması ancak kerhen oluyor. 

Açıkça belirtmeye elleri varmamış olsa da, 8. ve 14. önerilerin de özeti gayet açık: İstenen eğitimin özelleştirilmesi. 14. önerinin son paragrafındaki “Öğrenci katkı paylarının fırsat eşitliğini engellemeyecek biçimde gerçekçi düzeylere getirilmesi” önerisi de, daha sonra “burs ve kredi olanaklarının artırılmasıyla birlikte ele alınarak” dense de, 45 yıllık plan döneminde artırdığımız burs ve kredi olanaklarına bakarak, yükseköğretimin paralı olması anlamına gelmektedir. CNN’deki söyleşide de, “Özel sektörün (sanki kapalıymış gibi) önü açılmalı” denirken de hedef aynı. Bu arada, eğitim özelleştirilince, tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de yoksul eğitimden yoksun kalacakmış, cemaat ve tarikat okulları gelişirmiş, ne gam! Bunlar da iş kazası, herhalde olacak o kadar!

Raporda, genellikle Bakanlık, YÖK ve STK’lar muhatap alınırken, 13. öneride, “Devlet, öğretim üyesi yetiştirme programları tasarlamalı” denmiş, kimse bu devlet! Raporda yabancı hayranlığı da gizlenememiş; “YÖK bünyesi dışında bağımsız bir kalite değerlendirme kuruluşu kurulmalı” önerisi yapıldığı halde bununla yetinilmemiş, “Uluslararası akreditasyon ve kalite süreçlerine başvurulması özendirilmeli” denmiş.

Raporda, Türkçe unutulmuş ama yabancı dil unutulmamış. Rapordaki kimi önerilerle “Ortaöğretim zorunlu hale getirilmeli” önerisi arasındaki çelişki ise kafa karıştırıyor. Ortaöğretimin zorunlu olması önerisine kimsenin karşı çıkacağı yok, belki kimileri “zamanı değil” diyebilir o kadar. Ancak kafa  karışıklığı, zorunlu eğitimde “bir yabancı dili zorunlu yapmakla” ve de “meslek liselerini güçlendirip reel sektöre entegre etmekle” ilgili. Türkçe dışında zorunlu yapılabilecek dil, ancak, ülkede konuşulan dillerden biri olabilir; toplumda konuşulan bu dil de, yabancı dil değildir. Bir yabancı dili, örneğin İngilizceyi hangi gerekçeyle zorunlu yapabilirsiniz? İngilizce, yurttaş olmak, demokrat olmak, bilimsel dünya görüşü kazanmak, insan olmak, … için mi; bu niteliklerin Almancaya/Fransızcaya … göre daha kolay kazandıralacağı için mi, zorunlu olacaktır? Eğitsel açıdan, bir yabancı dil ancak seçmeli bir ders olur; gereksinim duyan ve heves eden öğrenir. Sistemin görevi, bir yabancı dili zorunlu yapmak değil, isteyenlere, istediği dili öğrenme olanaklarını hazırlamaktır. 

Ortaöğretim zorunlu olduğunda, meslek liseleri de ortaöğretim olduğuna göre, bu zorunluluk nasıl uygulamaya yansıyacak? Laik, demokratik sosyal hukuk devletinde, ortaöğretim zorunlu denip, A tipinde olanlar için genel liseler, B tiplilere Anadolu liseleri, C’lere meslek liseleri zorunlu olacak denebilir mi? Yoksa, zorunlu eğitim dediğiniz, üç beş seçmeli ders dışında her öğrencinin, benzer bir müfredattan geçip bir sonraki öğrenim kademesine eşit koşullarda hazırlanması mı demektir? 

Tabii ki, insan hakları, eğitim ve ülke geleceği açısından beklenen, zorunlu eğitimde, öğrencinin olabildiğince uzun süre genel eğitim görmesi ve eşdeğer bir programdan geçmesidir. Bunu gerçekleştirmenin yolu da çok amaçlı lisedir, tüm liselerin çok amaçlı liseye dönüşmesidir; mesleki eğitimin yüksekokullara kaydırılmasıdır (bkz. Türkiye Eğitim Sistemi, Ütopya Yayınevi).