Pişkinlikten mi, kindarlıktan mı?

7 Haziran 2015 genel seçimleri sonuçları, başta Cumhurbaşkanı’nın tutum ve davranışları ile başkanlık isteği olmak üzere, AKP’nin politikalarının halk tarafından veto edildiği anlamına geliyor. Bu vetonun içine yolsuzluklar, yalanlar, hukuksuzluklar, dayatmalar, Cumhuriyet karşıtlığı, milletin enayi yerine konması, dinin siyasete alet edilmesi ve kaçak-saray gibi konular giriyor. Ayrıca yine seçim sonucu olarak AKP hükümeti, 8 Haziran'dan itibaren, hükmetme yetkisi elinden alınan, ancak yeni hükümet kurulana kadar yürütmenin güncel işlerini yürütecek geçici hükümet durumuna düşmüş bulunuyor. Türkiye gibi anayasalarında “demokrat” olduğu yazılan ya da bu konuda yazlı bir belgeleri olmasa da “demokratik geleneklerin” mevcut olduğu ülkelerde, bu durumdaki hükümetler genelde önemli icra kararları almamaya özen gösteriyor. “Topal Ördek” denen bu tür hükümetler, günlük olağan işleri yürütmekle yetiniyor, yeni bir atama yapmıyor, silahlı kuvvetlerin üst kademesini kendilerine benzetmeye kalkmıyorlar; ama hükümetin bu işlevsiz durumundan kurtarılması için, demokratik süreçleri hızlandırıp bir an önce yetkili hükümeti kurmaya çalışıyorlar.

Bizde ise vetolu AKP hükümeti, 57’si ilgili bakanın, başbakanın ve cumhurbaşkanının imzalarını gerektiren üçlü kararnameyle olmak üzere, toplam 663 atama yapıyor! Bu atamalar, TÜBİTAK başkanlığı ve elçilikler yanında, eğitimden adalete kadar pek çok bakanlıktaki bürokratik görevlere yapılıyor. Laik ve demokratik Cumhuriyetin vetolu hükümeti, kaçak-sarayda, iftar yemeğinde buluşuyor! Silahlı kuvvetleri Suriye bataklığına sokacak emirler veriyor! Eşcinseller,  diğer ülkelerde istedikleri demokratik gösterileri huzur içinde yapabilirken, bizde, yetkisiz hükümet onların üzerine hışımla gidiyor. En ağır vetoyu yemiş makam, hükümetin kurulmasını geciktiriyor!

Milli eğitim bakanlığı da, gericileşmede hız kesmiyor. Bakan Avcı, üç yılda açtığı 1597 imam hatip ortaokulu ve 480 imam hatip lisesiyle, bu okullarda okuyan bir milyona yakın öğrenciyle de yetinmiyor. Vetolu olduğuna aldırmayıp Ankara ve İstanbul’un köklü liseleri başta olmak üzere okulları imam hatibe dönüştürmeye devam ediyor. Avcı,  öğrencilerin devamsızlığının önlenmesi için, eğitimcilerle, psikologlarla ya da sosyologlarla değil,  imamlarla toplantı yapıyor. Hırsızdan mal kaçırırcasına, Haziran sonunda Okul Öncesi Eğitim ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliği ile Temmuz başında da Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği'ni, bilmem kaçıncı kez değiştiriyor.  

Hükümet ve bakanlık böyle yapınca, AKP’lileşmişlerin gericileşme çabaları seçim sonrası uygulamalarında da hız kesmiyor. Yalnız Haziran'ın son iki haftasında, örneğin Biga’da öğrenciler için açılan yaz spor okulunda, herhangi bir dalda eğitim almak isteyen öğrencilere, Kur’an kursuna da kayıt yaptırma koşulu getiriliyor. Edirne’de öğretmenlere verilen bir seminerde, bir ilahiyatçı, Cumhuriyet'e ve Cumhuriyet değerlerini geliştiren eğitim sistemine küfür edercesine hakaretler ediyor. Gençlik Kamplarında Diyanet İşleri Başkanlığı ile işbirliği yapılarak Ramazan’a özgü programlar hazırlanıyor. İzmir’in bir ilçesinde imam hatip öğretmenlerine verilen bir seminerde, “Din eğitimi her şeyin çözümüdür. Akıl ve bilimden önce din vardır. Din eğitimiyle her şey çözülecektir” gibi ifadeler kullanılıyor. TRT sosyal medya müdürlüğüne bir din dersi hocası getiriliyor. TRT Diyanet programında bir ilahiyatçı, “Kadınlar dövüldükleri için mutlu olmalı” konulu vaaz veriyor. Gericileşme örnekleri Temmuz'da da devam ediyor. Okullarının imam hatipleşmesine karşı çıkan Zeytinburnu sakinleri, dinsizlikle suçlanıyor. Büyükçekmece İmam Hatip Ortaokulu parayla öğrenci toplamaya kalkıp, “4. sınıfı bitirmiş yetim öğrencilerin Büyükçekmece İmam Hatip Ortaokulunda okumaları durumunda kendilerine servis parası ve bir miktar burs verilecektir" ilanını veriyor….

Vetolu hükümetin, normal hükümetmiş gibi icraatta bulunması, pişkinlikten mi, kindarlıktan mı, kinlerinin davacısı olduklarından mı, davalarının kindarlığından mı kaynaklanıyor? Bilinmiyor.

Yine de, bizde demokratik teamüllere aldırış edilmemesinin bir nedeninin “demokrat/ demokratik” olamamamızdan kaynaklandığını belirtmek gerekiyor. Demokratik olması gereken bir parti lideri ya da mensubu olsak da, işimize gelmeyince seçmenin oyunu yok sayabiliyoruz. Meclis Başkanlığı seçiminde bile, demokratik bir tutum gösteremiyoruz. İşimize gelince, seçmenin kaçak-sarayı, hem binanın statüsü hem de bina sahibinin laik ve demokratik olamayan ve karşıtlarını dışlayıcı tutum ve söylemleri nedeniyle veto etmesini unutuyoruz. ANAP’ın yaşayan eski başbakanları olsak da, adı bilinen siyasetçilerden/ akademisyenlerden/ yazarlardan/sanatçılardan olsak da, kaçak-saraya koşuyoruz. Böyle davranınca da, kurbanlık koyun gibi, vetolu hükümetin icraatlarına da, hükümetin kurulmasının geciktirilmesine de, ülkenin savaş ortamına sürüklenmesine de, artan gerici uygulamalara da seyirci kalıyoruz. Toplumdan ve hukuktan yana bir tepki gösterip gidişatta etkili olamıyoruz. Topluma haksızlık yaparken, pişkinliğe de, kindarlığa da ortak oluyoruz.

Oysa biraz demokratiklik bile yetecek ve çok şey değişecek.

[email protected]