Okullar açıldı, ya eğitim!

Okullar açıldı, 10 Eylül’de ilköğretim birinci sınıflar, 17’sinde tüm ilk ve ortaöğretim okullarında dersler başladı. Kimi anaokulları daha önce çalışmaya başlamıştı bile. Okulöncesinde 19 bin eğitim kurumu yarım milyon çocuğa hiszmet verirken, 11 milyona yalaşan ilköğretim öğrencisi için 35 bin okul ve 3 milyonu aşkın ortaöğretim öğrencisi için ise yedi bin dolayında okul var. 

Bu yıl ilköğretime başlayacak 900 bin kadar öğrencinin önemli bir bölümü okul öncesi eğitim almamış durumda. İlköğretim çağına geldiği halde okula gitmeyecek olanlar on binleri geçiyor. Köylerin bazılarında okul olmaması, birleştirilmiş sınıflarda okumak, taşımalı eğitim, kimi çocukların ana dillerinin farklı olması, okulda kayıt dahil her şey için para istenmesi, öğretmen ve yöneticiden kaynaklanan yanlış davranış ve tutumlar gibi gerçekler, çocuğun hem okula gitmesini engelleyen hem devamsızlığını artıran ve hem de bitirmeden okuldan ayrılmasına neden olan etmenler.    

İlköğretime başlayan çocuk, genelde, öğretmen eksikliği, kalabalık sınıflar, öğretmenlerin bir bölümünün sözleşmeli ya da ücretli olarak çalışması, öğretmene az ücret ödenmesi, öğretmenin okula ve öğrenciye yabancılaştırılması, öğrenciye değer verilmemesi, eğitim-öğretimin çocuğun gelişimine yönelik olmaması gibi etkenler nedeniyle güç koşullarda ve belirli niteliği yakalayamamış okullarda öğrenim görüyor. Çocuk, okulöncesi eğitime katılmışsa, ailesi bilinçli ve varlıklıysa, özel hocadan ders alıp dershaneye de gitmişse ya da nitelikli özel okullarda okumuşsa OKS’de başarılı oluyor. Kendisini yükseköğretime hazırlayacak liselere girebiliyor. Diğer öğrencilerin OKS’de ya da ÖSS’de pek şansı olamıyor. Bakanlık, seçme sınavlarına ek olarak (neredeyse) yoksulun okumaması için elinden geleni yapıyor: İlköğretim son sınıfta başarılı olan öğrenciye “ikinci dönem okula devam etmesen de olur” diyor. Çalışmak zorunda olan yoksul, ilköğretim son sınıfta ikinci dönem derslere girmiyor, diğer öğrencilerden birkaç adım geriye düşüyor; bırakın OKS’ye girmeyi, liseye gitmiyor, gitse de lise eğitimini sürdüremüyor. Liseye gitmeyi düşünen yoksula bakanlık bir başka engel çıkarıyor: liseleri bir yıl uzatıyor. Lise son sınıflarda dershane nedeniyle bahar aylarında derslerin yapılmaması da yine yoksulu vuruyor: Çocuğun ancak okulda öğreneceği konular es geçiliyor, dershaneye gidemeyen çocukla diğerleri arasındaki uçurum artıyor. 

Bakanlık, yoksula, AB-DB daatmalı ilköğretim programı ile bir darbe daha vuruyor. Bu program için “eğitsel etkinliklere dayanıyor” deniyor. Varsıl ve eğitimli aile, çocuğunun ev ödevlerine yardım ediyor. Bu ailelerin çocukları, bir yanda diğer çocuklardan farklı bilgileniyorlar, öte yanda, yeterince emek harcamadan hak etmedikleri bir başarı kazanarak toplumsal yaşamın da emek harcamadan sürdürülen bir yaşam olduğunu sanıyorlar. İlköğretime eklenen “girişimci” öğrenci yetiştirme amacı, köyden, kırsal yöreden ve çok çocuklu aileden gelen, birlikte çalışmaya ve yaşamaya alışmış öğrenciyi ya kendisine yabancılaştırıyor ve de/ya da paylaşımcı ve insancıl değerlerinin yozlaşmasına yol açıyor.   

1980’lerin başında kabul edilen Türk-İslam sentezi yıllardır eğitim ve kültürel yaşamımıza damgasını vurmuştu. İtaat ve büyüklerin söylediklerini sorgusuz sualsiz kabullenme ruhumuza işlemişti. Bu süreçte, ırkçılaşmamız, dincileşmemiz ve teslimiyetçiliğimiz hız kazanmıştı; her türlü sömürüye karşı çıkmak yerine ABD’ci/AB’ci olmamız kolaylaşmıştı. Bakanlık bununla yetinmiyor; yeni öğretmen alımlarında, istihdam edilen din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeninin sayısı giderek insanı şaşırtan bir biçimde artıyor. Yetmiyor, okul müdürlüklerine ve üst düzey görevlere getirilenler olabildiğince din kültürü öğretmenleri ile imam hatip ve ilahiyat kökenliler arasından seçiliyor. Bu tür görevlilerle, Süni-Hanefi öğretiye dayalı imam hatiplerle ve din kültürü dersiyle ve de resmi/kaçak Kur’an kurslarıyla öğrenci İslamlaştırılırken; AB-DB dayatmalı ilköğretim programının “girişimci” amaçlarıyla da öğrenci anamalcılığa alıştırılıyor. Bu süreçte Türk-İslam sentezi de değişime uğruyor, anamalcı-İslam sentezine dönüşüyor. Sömürüye karşı çıkan İslam, radikal ya da fanatik damgasını yiyor; anamalcılığı benimseyen İslam, ılımlı İslam oluyor, tüm İslam dünyasına örnek olarak gösteriliyor. Yıllardır “tek tip” insan yetiştirilmesinden yakınanlar, bu gelişmelere alkış tutuyor. 

İlköğretimi bitirenlerin yaklaşık bir çeyreğini daha iyi okullarda okutuyoruz, yükseköğretime girmek isteyenlerin de yine yaklaşık bir çeyreğine üniversite kapısını açıyoruz. Bu eğitim süresinden geçenler, din kültüründen nasiplerini alırken, bilimsellikten, güzel sanatlardan ve edebiyattan pek nasiplenemiyorlar. Kişi, bireyselleşemeden bireycileşiyor, toplumsallaşamıyor ve evrenselleşemiyor. Çocuk, sevgi, özgürlük, hak ve hukuk, paylaşma ve dayanışma, sorgulama ve araştırma gibi kavramlarından uzak kalıyor; kendisini gerçekleştiremiyor; kendini-toplumunu-insanlığı tanımadan anamalcılığı benimsiyor. Bize dayatılan eğitim sisteminde yetişenin, “dininin imanının para olması” olasılığı artıyor.