OKS ve ÖSS Bitti, ohh mu?

Devlet bazı ortaöğretim okullarını ayrıcalıklı yapıyor, yükseköğretimdeki kapasiteyi sınırlı tutuyor. O okullara talebi artırıyor. Sonra da o okullarda okumasını istediği kişileri sınavla seçiyor. Dile kolay, bir haftada iki sınav yaşadık. 400 bini kız ve 424 bini erkek 824 bin ilköğretim mezunu devletin seçkincileştirdiği liselere girebilmek için, 10 Haziran’da Ortaöğretim Kurumları Seçme ve Yerleştirme Sınavı’na (OKS) girdi. 1,6 milyon lise mezunu da üniversiteye kapağı atmak ya da daha önce üniversiteye girmişse kazandığı alanı değiştirmek amacıyla 17 Haziran’da Öğrenci Seçme Sınavı’na (ÖSS) katıldı. Bu sınavlara girip ecel terleri döken toplam öğrenci sayısı 2,5 milyon. Aileler, yakın akrabalar, dostlar, gençlerin öğretmenleri hesaba katılınca sınav heyecanı toplumun yaklaşık dörtte birine yayılıyor. Bu heyecan sonuçlar açıklanana değin sürüyor. Bu her yıl yaşanıyor, gençlerin ve yakınlarının ruh sağlığı nasıl etkileniyor, çeken bilir.

ÖSS’ye girenlerin sayısının OKS’ye girenlerin iki katı kadar olması ilk bakışta insanı şaşırtıyor. Bunun iki nedeni var: 1) Yüz binlerce ilköğretim mezununu OKS’yi denemeyip dorudan yakın çerçevesinde sınavsız öğrenci alan bir ortaöğretim kurumuna kayıt yaptırıyor; 2) ÖSS’ye girenlerin önemli bir bölümü ya bu sınava 2./3. kez giren ya da daha önce üniversiteye girmiş olsa da alan değiştirmek isteyen kişilerden oluşuyor.  

Bu sınavlar iki temel işlev görüyor: Seçiyor ve eliyor. Kimi seçiyor? Tabii ki, genelde kendisine diğerlerine göre daha çok yatırım yapılmış olanları. Nitelikli okullarda okutmak, gerektiğinde özel hocalar tutmak, dershaneye göndermek, iyi beslenebileceği ve sevgi göreceği sağlıklı bir aile ortamı oluşturmak, tatil olanakları sunmak, çocuğa yapılan yatırımların başında geliyor.

Sınavlarda elenenler, doğurmak dışında kendilerine herhangi bir yatırım yapılamamış olanlar, dar gelirliler, yoksullar, toplumun büyük çoğunluğu. 1970 öncesinde ilköğretmen okullarıyla askeri okullar genelde öğrencileri beş yıllık ilkokul sonrasında seçerlerdi. Bu yolla yoksul çocuklara öğrenme olanağı daha fazla sunulabiliyordu. Bu okullara lise mezunlarının alınmasına başlanmasıyla yoksulun önü kesildi. Parasız yatılı okul sınavları var ama, o olanaklar da gereksinimi karşılamanın çok ötesinde. Ortaya çıkan boşluğu cemaatler doldurmaya başladı. Cemaatler, yetenekli yoksulları bulup onlara sahip çıkıyor, dershaneye gönderiyor, “ablalar ve ağabeyler” aracılığıyla göz kulak olup “dini” terbiye veriyor, türbana sokuyor, kendi inancını aşılıyor; giydiriyor, yurt veriyor, besliyor, onları belirli yerlere hazırlıyor, mezun olana iyi bir iş veriyor.

Bu sınavlar “başarı” kavramını da alt üst ediyor. Bu sınavlara başvuranların yaklaşık dörtte biri bir yerlere giriyor, başarılı sayılıyor. Kimse, çocuğun gösterdiği gelişim üzerinden başarıyı aramıyor. Kısa sürede işaretlenen doğru yanıt sayısı başarının ölçütü oluyor. Bir başka çarpıklık daha yaşanıyor. Yıl için sınavlarda öğretmenin tutumuna ya da yönetmeliklerin belirlemesine göre sınavlarda başarılı sayılmak için, örneğin 100 sorudan 40, 50 ve hatta 60’ını doğru olarak yanıtlamak gerekirken bu sınavlarda böyle bir koşul aranmıyor. Diyelim ki OKS ve ÖSS’de 80 sorudan en az 40’ını doğru yanıtlayan başarılı sayılacak olsa, seçerek öğrenci alan okullar bom boş kalacak. 

Sınavları kazananların bir bölümünde “ben” duygusu artıyor. OKS’de bir yerleri kazananların, ailenin çocuk üzerindeki yatırımı devam ettiğinde ÖSS’de de başarılı olma olasılığı yükseliyor. Yükseköğretimi kazananları da pek parlak bir gelecek beklemiyor: Bir bölümü girdiği alandan memnun olmuyor, yeniden ÖSS’ye giriyor; bir bölümü başarısız oluyor okuldan atılıyor; bir bölümü mezun oluyor iş bulamıyor; bir bölümü yurt dışına gidiyor. 

Sınavları kazanamayan sıkıntılı günler geçiriyor. OKS’ye girmediği ya da OKS’de başarılı olamadığı için yaşadıkları çevredeki okullarda öğrenime devam edebilenlerin geleceği şansa kader oluyor. Bir de ortaöğretime gitmeyenler var tabii. İlköğretimde öğrenciye öğrenmeyi/okulu yabancılaştırılanlar, genellikle ekonomik nedenlerle ailesi “olmaz” diyenlerle “Kur’an kursları var ya ötesini ne yapacaksın” diyenler çocuğun ortaöğretime devam etmesine köstek oluyor. 

OKS’de kazanamayan isterse gidebileceği iyi kötü bir okul bulabilirken bu olasılık ÖSS’yi kazanamayanlar için çok sınırlı oluyor. ÖSS sonrasında, parası olan parasının çokluğuna göre, derhal bir dershaneye yazılıyor ve bir sonraki ÖSS’ye hazırlanıyor; SUNY ile yapılan yapay ortak programlara, vakıf üniversitelerine, AB ülkelerindeki ya da ABD’deki okullara gidiyor. Güneydoğu’da lise bitirenlere ise son yıllarda Kuzey Irak göz kırpıyor. 

Yurt dışında öğrenim görenlerin önemli bir bölümünün geri dönmediği, geri dönmeyenlerin çoğunluğunu lise sonrası yurt dışına gidenlerin oluşturduğu biliniyor. Bu durumu en iyi bilen bir kurum olan MEB, bir ara ÖSS’de başarılı olan 200 genci burslu olarak ABD’de okutmaya kalkmıştı. Şimdi, bazı liselerimizde öğrencilerin ÖSS’ye girmeden ABD’nin sayılı (!) okullarından kabul ve burs almasına (onların çoğunun geriye dönmeyeceğini bile bile) seviniyoruz. Seçme sınavları dershaneleri besliyor, ezberci öğrenmeyi katmerleştiriyor. Dershaneler öne çıktıkça eğitim kayboluyor, ilk ve ortaöğretimin son sınıflarında aylar öncesinden dersler kesiliyor. Bu sınavların, gençlerin geleceği ile oynadığı kadar, eğitim sistemimizle de, akıl sağlığımızla da oynadığı anlaşılıyor.