OHAL’in bir yılı!

15 Temmuz 2016 darbe girişimine karşı ilan edilen OHAL uygulamaları bir yılını doldurmuş bulunuyor. Darbe başarılı olsaydı ülkenin başına neler gelecekti, bilinmiyor! Oysa, OHAL ile nelerin olduğu net bir şekilde biliniyor ve hâlâ yaşanıyor.  

15 Temmuz’a kadar, “Ne demek halkın egemenliği, egemenlik Allah’ındır Allah’ın” diyenler 16 Temmuzda ortalığı “Egemenlik milletindir” afişleriyle donattılar. Hükümet, istediği konuda kanun hükmünde kararname (KHK) çıkarma yetkisini aldı. 550 kişilik TBMM’nin çıkardığı kanunları bile iptal etme yetkisinde olan Anayasa Mahkemesi, (herhalde bağımsız olduğundan) 25 kişilik bakanlar kurulunun (Türkiye gerçeğinde esasında tek kişinin) çıkaracağı KHK’lere karışmam dedi! Karışanı görüşeni olmayınca, istenilen her konuda ve içerikte KHK çıkarılmasına başlandı.

Bir çırpıda tüm askeri okullar kapatılıp öğrencilerinin tümü sokağa atıldı. Tüm harp okulları öğrencileri tutuklandı. 169 bin kişi hakkında işlem yapıldı. 7 bin kadarı asker, 9 bin kadarı polis, 3 bin kadarı hâkim ve savcı, Yargıtay- Danıştay-Anayasa Mahkemesi-HSYK üyesi olmak üzere 50 bin kişi tutuklandı. Tutuklandıktan sonra adli kontrol kararıyla tahliye edilenlerin sayısı ise 8 bine yaklaştı. Beş bin kadar akademisyen ve 30 bin kadar öğretmen meslekten atıldı. 152’si asker olmak üzere 8 bin kişi de aranıyor.

15 vakıf üniversitesi ve 1000 küsur temel lise kapatıldı. Cumhurbaşkanı’na, istediği üniversiteye istediği kişiyi rektör yapma yetkisi verildi. Muhaliflerin Fetöcü ya da teröre destekçilikle suçlanıp atılmalarının sonu gelmedi, hâlâ devam ediyor. Yarın kaç kişinin Fetöcü ya da teröre destek veriyor suçlamasına maruz kalacağını AKP’liler de bilmiyor, savcılar da.  

Askeri hastaneler sağlık bakanlığına bağlanırken Gülhane Hastanesi, Abdülhamit Han Hastanesi oldu. Jandarma iç işleri bakanlığına ve diğer kuvvet komutanlıkları da milli savunma bakanına bağlandı. Subay yetiştirmek üzere Milli Savunma Üniversitesi kuruldu ve en muhafazakar tarihçilerden biri oraya rektör olarak atandı. Genelkurmay başkanı, 15 Temmuz darbe girişimini anlayamamıştı, silahlı kuvvetlere OHAL ile yapılan darbeleri de anlayamadı; anladığı anda ya istifa edeceği ya da emekli edileceği sanılıyor. Fetöcülükle suçlanma olasılığı da bulunuyor.   

Din adamı, 5’nci sınıflardan başlayan imam hatip okullarında 8yıl ve sonrasında 4 yıllık ilahiyatlarda toplam 13 yılda yetişirken, OHAL ile üç ayda polis ve üç-dört ayda subay yetiştirildi.  Bir emekli subayın anlattığına göre, “Harbiyelerin bütün sınıflarına, hiçbir özelliği olmayan fakültelerden öğrencileri doldurdular. Hepsi de bizi üzdü ama özellikle dördüncü sınıflar için yapılan şey, içimizi acıttı; Gelişigüzel fakültelerden alınarak kaydı yapılan bu öğrencilerin 13 Martta eğitimleri başladı ve bu eğitim Hazirana kadar sürdürdü. Yani bunları, üç-dört aylık bir eğitimle Harbiye’den subay çıkardılar. Öyle ki, bu öğrenciler değil askeri eğitim görmek, Harbiye Marşı’nı bile ezberleyemediler. Bir de, dışarıdan subay olarak alınanlar var; Onlar da üç aylık eğitimle subay yapıldılar” (http://biliyomuydun.com/122474, 7 Temmuz 2017).

Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir şey Türkiye’de oldu. OHAL kıskacında anayasa değişikliğine gidildi. Anayasa değişikliğine karşı çıkanlara olmayacak eziyetler yapıldı ve hatta teröristlikle bile suçlandılar. Tarafsız olması gereken TRT’de, neredeyse AKP’ye 95 birim zaman ayrılırken muhalefete 5 birim zaman çok görüldü. Tüm dünyada, kuvvetler ayrımı demokratik yaşamın birinci önkoşulu olarak bilinirken, anayasa değişikliğinde tüm yetkinin başkana verilmesi demokratikleşme olarak yutturuldu.  Geçersiz oylar geçerli sayılınca kıl payı evet çıktı ve halkoylaması mahkemelik oldu.

16 Nisan anayasa değişikliği sonrasında ülkeye demokrasi geldiği için(!), halk egemenliğini tek adam üstlenmiş oldu, hakimiyet kayıtsız şartsız tek kişiye verildi. Tek kişi, “Ben yalnız AKP’lilerin cumhurbaşkanıyım” dercesine parti başkanı oldu. Tutuklu gazeteci sayısı 200’e yaklaştı. Cumhurbaşkanının kaç danışmanı olduğu ve ne kadar maaş aldıkları sorusu "kamuoyunu ilgilendirmediği" gerekçesiyle yanıtlanmadı. Avrupa Birliği (AB), başkanlık sistemi demokrasi anlayışıyla uyuşmadığı için Türkiye’nin AB üyeliğini dondurma sürecine girdi. Şimdi, yeni Meclis İçtüzüğü ile yasalar üzerinde genel kurulda görüşme yapılmayıp yalnızca oylama yapılacak demokratik (!) uygulamaya geçiliyor.

Biyoloji ders saati azaltılırken din dersi saati artırıldı. Ders programlarından evrim kuramı çıkarılırken derslere cihat anlayışı ve din derslerine de şeriat konuları eklendi. Eğitim kurumlarına kız-erkek mescit açılması koşulu getirildi. Sosyal etkinlikler yönetmeliği değiştirilerek, öğrencinin özgürleşip kendi aklını kullanmasına ve yurttaş olup halk egemenliğine sahip çıkmasına yardımcı olacak bilimsel ve aydınlanmacı etkinliklere son verildi. Cinsel istismar, çocuk sömürüsü, kadın cinayetleri ve çağdaş giysili kadınlara/kızlara saldırılar, yargısız infazlar artmaya başladı. Demokrasi pekiştiğinden, haklarını geri almak için açlık grevinde olanlara bile aldırmaz olduk.

Tüm dünyada demokratik yaşamın ikinci önkoşulu tarafsız yargı olarak bilinirken, bizde yargı, AKP yargısıymışçasına kararlar vermeye başladı. Her gün hukuk dışı bir uygulamayla karşılaşılıyor. Barış içinde “Adalet için” yürüyen on binler bile terörist olarak niteleniyor.   

Tüm dünyada demokratik yaşamın üçüncü önkoşulunun laiklik olduğu bilinirken, biz laikliği ve bilimselliği bir kenara itip şeriat yolunda doludizgin ilerliyoruz.

“İyi ki 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olmadı, yoksa halimiz nice olurdu?” deyip seviniyoruz!

[email protected]