Öğrenme toplumu (I) !

Aydemir Güler’in birkaç gün önce yayımlanan “Yolsuzluğun yeniden keşfi” yazısındaki “Türkiye’de toplumun sorunu ‘bilmemek’ değildir. AKP yandaşları ve AKP karşıtları ‘biliyorlar’” saptamasına, sanırım katılmayan yoktur.

Bu bağlamda seçim sonuçlarıyla ilişkili bir neden de, bence, AKP yandaşları ve AKP karşıtlarının ‘bildiklerinin’ ne olduğu ve onları nasıl öğrendikleridir. Öğrenme, öğrenmenin gerçekleştiği ortama, içeriğine ve kişinin davranışlarına yansıyan sonuçlarına göre değişik şekillerde tanımlanabilmektedir. Öğrenilenler-bilinenler,ağırlıklı olarak siyasal tercih gibi kişisel tutum ve davranışları belirlemektedir. Bu nedenle neyin nasıl öğrenildiği önemli olmaktadır. Öğrenmeleri, kişisel davranışa yansıyan sonuçlarına göre, özgürleştirici ve köleleştirici/bağımlılaştırıcı öğrenmeler olarak sınıflandırmak mümkündür.Öğrenilenler, doğayla, insanla ve toplumsal yaşamla ilgili olarak akıl, gözlem ve deneylerle üretilmiş kanıtlanabilen ve yenilenebilen gerçeğin bilgisiyse, öğrenenin özgürleşmesini kolaylaştırmaktadır. Öğrenilenler gerçeğin bilgisi değilse, öğrenenin,doğayla, insanla ve toplumla gerçekçi bağlar kurması zorlaşırken köleleşmesi kolaylaşmakta ve sağlıklı olmayan bir şeylere bağımlı olma olasılığını artırmaktadır. Örneğin yer sarsıntısının, bir doğa olayı olduğunu ve fay kırılması nedeniyle meydana geldiğini öğrenen kişinin özgürleşebilme olasılığı artarken, depremin yörede işlenen günahlar nedeniyle meydana geldiğinin öğrenen kişinin özgürleşebilmesi kolay olmamaktadır.

Dolayısıyla öğrenmeleri, gerçeklerle ilişkili olduğunda sağlıklı öğrenmeler ve gerçekle ilişkili olmayanları da sağlıksız öğrenmeler olarak adlandırmak da mümkündür. Gerçekle ilgisi olmayan sağlıksız öğrenmeler, çoğunlukla sağlıksız tutum ve davranışlara yol açtığından, kişinin de toplumun da işine yaramamaktadır. 

Tarihsel sürece bakıldığında, insanların önce kendi kendilerine öğrendikleri, sonra öğrendiklerini yakınlarına öğretmeye başladıkları anlaşılmaktadır. Öğrenilmesi gerekenler artınca, okullar açıp önce yalnız erkekleri eğitmişler, sonra kızlar için de ayrı okullar açmışlardır. Bilimsel bulgular çoğaldıkça, gerçek bilgiler üretildikçe, öğrenmeler derinleştikçe, insanın değeri ve eşitliği anlaşıldıkça kızlarla erkekler birlikte okumaya başlamıştır. 20’inci yüzyılın son çeyreğinde, yaklaşık her beş yılda, daha önce üretilen bilginin iki katı kadar bilgi üretildiği ortaya çıkmıştır. İletişim teknolojilerinin insanı şaşırtacak ölçüde hızla ilerlemesi, haberleşmeye ve dünyanın öbür ucunda olup biteni anında öğrenme olanağını artırmış ve öğrenmeyi hızlandırıp kolaylaştırmıştır. Bu nedenle, bir yandan 21’inci yüzyıla, bilgi çağı ve öğrenme çağı gibi adlar verilirken, öte yandan da, öğrenmenin yaygınlaşıp kolaylaşmasının ve her ortamda gerçekleşmesinin bir sonucu olarak öğrenme örgütü ve öğrenme toplumu gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Bu kavramlar, doğal olarak sağlıklı öğrenmelerle ilgili olan kavramlardır.

Ancak öğrenme çağı, öğrenme örgütü ve toplumu gibi söylemelerin varlığı, çeşitli nedenlerle, öğrenmelerin niteliğinipek değiştirmemiştir, kişisel davranışlara yansıyan sonuçlarını da. Dünyasının her yerinde, özgürleştirici öğretilerle öğrenmelerin daha da sınırlandığını söylemek mümkündür.

Öğrenmeler ağırlıklı olarak üç farklı ortamda gerçekleşmektedir: Okulda, yaygın eğitim kurumlarında ve yaşamın içinde-her yerde. Bilindiği gibi okul belli yaş gruplarına ve yaygın eğitim kurumları da, her yaştakilere, amaçlı ve programlı olarak belirli konuları öğreten kurumlardır. Bu kurumlara devam edenler de,genelde o konuları öğrenmek için gidenlerden oluşmaktadır. Bu kurumlardaki eğitime, sırasıyla örgün ve yaygın eğitim denirken, bu kurumlardaki öğrenmelere de örgün ve yaygın öğrenme denmektedir.

Ülkelerin bir talihsizliği,eğitim kurumlarıyla ve bu kurumlardaki öğretimlerin niteliğiyle ilişkilidir. Örgün ve yaygın eğitimde, bir şekilde öğrenenin gerçek bilgisini edinip özgürleşmesi engellenmektedir. Örgün ve yaygın eğitim süreçlerinde, erkek egemen, ırkçı, piyasacı ve gerici öğelerin varlığı öğrenenin özgürleşmesini engelleyen etkenlerin başında gelmektedir. Örgün ve yaygın eğitim süreçlerinde, kişiye okuma, düşünme, sorgulama, eleştirme, araştırma ve öğrenme becerilerinin kazandırılmaması da, kişinin özgürleşmesini engelleyen bir başka etken olmaktadır. Geçmişlerinde ağırlıklı olarak sağlıksız öğretilerden geçenlerin, yaşamları boyunca, sağlıksız öğrenmelere devam etme olasılığı artmaktadır. Çünkü sağlıklı öğrenmelerin bir yolu da, öğrenen kişinin, yeri geldiğinde, neden, niçin, nasıl gibi sorular sorabilmesidir. Öğrenimleri sonucu özgürleşemeyenlerin ise bu tür sorular sorma olasılığı azalmaktadır.

İlk ve ortaöğretimde, erkek egemen, ırkçı, piyasacı ve/ya da gerici süreçlerden geçip yeterince özgürleşme olanağı bulamayanlar, sonraki öğrenmelerinde de sorunlar yaşamaktadır. İlk ve ortaöğretimde özgürleşme olanağı bulamamış kişilerin önemli bir bölümü, Boğaziçi ve ODTÜ gibi okullarda okusalar da, yurt dışında yüksek lisans ve doktora yapmış olsalar da, ilk ve ortaöğretimde edindikleri sağlıksız öğrenmelerden kurtulamamaktadırlar.  Örneğin YÖK başkanlarından Mehmet Sağlam ve Kemal Gürüz zamanında yurt dışına öğretim üyesi yetiştirmek üzere gönderilen cemaatçi öğrencilerin önemli bir bölümünün, bu denli eğitime karşın özgürleşememeleri ve kendilerini cemaat bağından kurtaramamaları bu nedenledir. Kimilerinin sağlıklı öğrenmelere devam edebilecekleri demokratik kitle örgütlerine üye olmak yerine, bir cemaate girip itaatkâr olmayı yeğlemeleri de bu nedenledir; bazılarının parti başkanını cemaat lideri yerine koyması da.

Öğrenme toplumuna dönüşmek için örgün ve yaygın eğitimin kişilerin özgürleşmesini kolaylaştırıcı nitelikte olması gerekir. Öğrenme toplumuna dönüşmedikçe, bildiklerini sananların bildikleriyle, gösterecekleri tutum ve davranışların sağlıklı olması kolay değildir.

[email protected]