Milli Eğitim Şurası (V)

Son Milli Eğitim (AKP) Surası'nda dile getirilen önerilere bakınca, bu şura üyelerinin ne yaptıklarını bilmedikleri düşünülse de, genelde üyelerin akılları karışıkmış gibi davranırken ne yaptıklarını bildikleri anlaşılıyor.

Bu şura üyeleri, birkaç anlamlı öneride bulunurken eğitim-öğretim süreçlerindeki temel aksaklıkları görmezden geliyorlar. AKP’ye toz kondurmuyorlar hatta fırsat olsun olmasın çaktırmadan methiye düzüyorlar.

Kendilerine sunulan söylemleri, padişahlarına biat edercesine ve de hiç sorgulamadan, benimsediklerini gösteriyorlar.

Eğitim sisteminin parasalcı küresel sömürünün istediği yönde yapılanıp sorgulayan ve eleştiren öğrenci yerine itaat eden öğrenci yetiştirmenin yollarını açıyorlar.

Eğitimin piyasalaşmasını savunuyorlar.

Bu genel durum Milli Eğitim (AKP) Şurası'nın, konusunu işleyen üçüncü komisyon kaynaklı önerilerinden de gözleniyor.

Bu şura üyeleri, üçüncü komisyonun “İlköğretim ve Ortaöğretimin Güçlendirilmesi, Ortaöğretime Erişimin Sağlanması” konusunda da benzer bir tutum gösteriyorlar. “Millî Eğitim Şurası Yönetmeliği değiştirilmeli ve şura katılımcılarının en az % 25’i eşit sayıdaki kız ve erkek öğrencilerden oluşmalı ve öğrencilerin katılımı demokratik süreçle sağlanmalıdır” (öneri numarası-ön. 34) ve “Ülkemizde bütün derslerin eğitimi Türkçe olmalı, bazı derslerin yabancı dille eğitiminden vazgeçilmelidir” (ön.37) gibi pek çok kimsenin benimseyeceği önerilerde bulunuyorlar. Ancaaak!.

Bu şura üyeleri, “Birleştirilmiş sınıf uygulamalarının sistematik bir değerlendirmesi yapılarak birleştirilmiş sınıf uygulaması mümkün olan en alt düzeye çekilmeli” (ön. 4) önerisinde bulunuyorlar da, bir türlü, “Birleştirilmiş sınıf uygulamalarına son verilmelidir” diyemiyorlar!

Bu şura üyeleri, eğitimin piyasalaşması konusunda AKP’yi bile solluyorlar, AKP’nin “Acil Eylem” planındaki yüzde 10’luk hedefiyle de yetinmiyorlar: “2023 Vizyonu’na uygun olarak özel öğretimde okullaşma oranının % 25’e çıkarılması için gerekli tedbirler alınmalıdır” (ön. 4) diyorlar!

Seçme sınavları şöyle olsun, böyle olsun diyorlar da, bir türlü sınavlar kaldırılsın diyemiyorlar!

Bu şura üyeleri, “Ortaöğretim kurumu bulunmayan yerleşim birimlerindeki öğrenciler taşımalı ilköğretim uygulaması ile koordineli bir biçimde ortaöğretim kurumlarına taşınmalı” (ön. 12) önerisinde bulunuyorlar da, bir türlü “taşımalı eğitime son verilmelidir” diyemiyorlar!

Bu şura üyeleri, “Öğrencilerin kitap taşıma yükünün azaltılması amacıyla e-kitap, fasikül, kopartılabilir sayfalı kitap, her kitaba MEB’in internet sayfasından ulaşılabilmesi vb. uygulamalar yapılmalıdır” (ön. 35) önerisinde bulunarak, insanları bir kez daha şaşırtıyorlar. Bir eğitimci olarak, kitap okumayı, çocuk ve gençlerin dergi, kitap, gazete taşıyarak yazılı kaynaklara dokunmanın ve bu kaynakları okumanın zevkine varmalarını özendirmek yerine, nasıl oluyorsa “kitap taşımayı” bir yük olarak görüyorlar.

Bu şura üyeleri, işin püf noktasını biliyorlar! İşi (yani eğitimi) temelinden çözüp bitirecek öneriyi getiriyorlar: “Zorunlu eğitim öğrencilerin yaş grupları ve bireysel farklılıkları göz önünde bulundurularak 1 yıl okul öncesi eğitim, 4 yıl temel eğitim, 4 yıl yönlendirme ve
ortaöğretime hazırlık eğitimi ve 4 yıl ortaöğretim olmak üzere öğrencilere farklı
ortamlarda eğitim almaya fırsat verecek şekilde 13 yıl olarak düzenlenmelidir” (ön.2) diyorlar! 1997 yılının ilk 8 ayında yaşananları bir anda sıfırlıyorlar. Hızlarını alamasalar, her yıl için ayrı okul önerecekler ama, bu öneri de işi kotarmaya yetiyor.

Bu şura üyeleri, 8 yıllık (kesintisiz) zorunlu eğitim konusunun ele alındığı Haziran 1974’te yapılan 9. Milli Eğitim Şurası’ndan AKP iktidara gelmeden önce Şubat 1999 yılında toplanan 16. Milli Eğitim Şurası’na kadar gerçekleşen sekiz şuranın üyelerinden farklı bir yapıda olduklarını, AKP şurasının üyeleri olduklarını bir kez daha kanıtlamış oluyorlar.

Bu şura üyeleri, akıl karışıklıklarını zorunlu eğitim konusunda da gösteriyorlar. 13 yıla çıkarılmasını istedikleri zorunlu eğitimde, “Ortaöğretime geçişte öğrencilerin ilgi ve yetenekleri dikkate alınarak rehberlik ve yöneltme esas alınmalı, SBS bir plan dâhilinde sadece özelliği olan ortaöğretim kurumlarını kapsayacak şekilde düzenlenmeli, diğer ortaöğretim kurumları ile yüksek öğretime öğrenci yerleştirmede okul başarısı ve süreç değerlendirmeye yönelik yaklaşımlar esas alınmalıdır” (ön. 6) diyorlar. Bu öneriyle zorunlu eğitime, hem “özelliği olan okulları” hem de “özelliği olan okullarda SBS yapılması” gibi anlaşılmaz içerik katmaya kalkıyorlar. Bir eğitimci olarak, devletin “zorunlu” tutacağı eğitim-öğretim sürecinde “özelliği olan okullardan” söz edilemeyeceğini düşünemiyorlar! Zorunlu eğitimde sınav olamayacağını anlayamıyorlar.

Çocukların erken yaşta imam hatiplere geçmesinin kapısını araladıklarını düşünüyorlar. Zorunlu eğitimde imama hatiplere, meslek liselerine, farklı lise türlerine yer olmadığını görmek istemiyorlar. Zorunlu eğitimin birkaç seçmeli ders dışında herkese eşdeğerde sunulması gereken bir eğitim-öğretim süreci olduğunu göremiyorlar.

Öğretimi kesintili yaparak, çocukların çocuk yaşta yapacakları (daha doğrusu, çocuk yerine ailenin yapacağı) seçimi içlerine sindirebiliyorlar!

Bu yaklaşımın öğrencinin özgürleşmesine yol açmayacağını biliyorlar. Tam da bu nedenle, bile bile bu tür önerileri benimsiyorlar.

Tam da bu nedenle, bu şura AKP şurası oluyor, bu toplumu hiçbir şekilde temsil etmiyor.

Ve de tam da bu nedenle, bu toplumu temsil edecek, çocuklarımızın ve toplumun önünü açacak gerçek şuralara büyük gereksinim duyuluyor.

[email protected]