Mehmet Başaran

Mehmet Başaran, Erbakan gibi 1926’da doğmuş, Demirel’den iki yaş küçük ve Özal’dan ise bir yaş büyük. Erbakan ve Özal gibi memur çocuğu değil, Demirel gibi köylü. Bu siyasetçiler gibi mühendis değil, öğretmen. Bunlar gibi, ortaokullara, liselere ve teknik üniversiteye gitme olanağı bulamamı, ilkokuldan sonra gidebileceği tek yere, Kepirtepe Köy Enstitüsü’ne gitmiş. 1946’da da Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitirip Aksu Köy Enstitüsünde öğretmen olmuş ve hemen askere alınmış.

Başaran, bu mühendis siyasi liderler ve de daha sonra yetişen siyasi liderlerin çoğu gibi, ne toplumuna yabancılaştı ne de kendisine. Bu siyasetçilerin çoğu Amerikancılığı yeğlerken, o, bağımsızlıktan yana oldu. Bu siyasetçilerin çoğu gençlerin ve toplumun özgürleşmesini engelleyip gericileşmesi için ellerinden geleni yaparken, o, Cumhuriyetin istediği, “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” gençler yetiştirmeye çalıştı. Kimileri Cumhuriyet karşıtı gençler yetiştirilmesine kapı açarken, o, Cumhuriyet sevdalılarını yetiştirdi.

1946 sonrası Türkiye’sinin siyasal önderleri genelde halkı kandırdıkça başarılı olurken, o, halktan/ emekten yana olduğu için sürekli mağdur edildi. Önce yedek subay okulunda, yedek subay yapılmayıp “çavuş” çıkarılarak cezalandırıldı. Sonra da, öğretmenlik yaşamı boyunca o okuldan bu okula sürüldü. Hakkında soruşturmalar açıldı. 12 Eylül darbesinden sonra, yazdığı çocuk kitapları ve düzenlediği etkinlikler nedeniyle yargılandı.

Siyasetçiler örgütlü toplumdan kaçarken, o, Türkiye Öğretmenler Sendikası ile Türkiye Yazarlar Sendikası gibi örgütlerin oluşumuna katkı verdi, yönetim kurullarında çalıştı.

Siyasetçiler ya da parası olan istediği an yurt dışına gidebilirken, o, Bakanlıkça yurtdışına gönderilmesine karar verilip kursa alındığı halde pasaport alamadı. 1979’da emekli olunca aldığı yeşil pasaportla uçağa binebilmiş olsa da, kalkışa on beş dakika kala uçaktan indirildi. Ancak Berlin Senatosu'nun çağrısı üzerine, 1984’te yurtdışına çıkabildi. Türkiye’deki emekçilerin derdiyle yetinmedi, Almanya’daki emekçilerin dertlerini de kendine dert edindi.

Köylünün ve emekçinin derdini kitaplara yansıttı. 1953’te Ahlat Ağacı ile başlayıp 2002’de yazdığı Pir Sultan Ölür Dirilir’e kadar 11 şiir kitabı yazdı. Bunlarla yetinmedi, 1955’te Çarığımı Yitirdiğim Tarla ile başladığı deneme, öykü ve anlatı kitaplarına, 2007’de yazdığı Trakya Rüzgârı’na kadar onlarca kitap yazarak devam etti. Çocuk kitapları yazdı. 1970’de Elif Diye Bir Türkü adlı kitabıyla TRT’den Başarı Ödülü aldı. Sonra, 1973 Sabahattin Ali Öykü Ödülü / İkincilik; 1979 Orhan Kemal Roman Ödülü; 1993 Sabahattin Ali Kültür Günleri Onur Ödülü; 1996 Rıfat Ilgaz Onur Ödülü; 1997 Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü; 1998 Truva Kültür Sanat Edebiyat Ödülü; 2008 BUYAZ Dünya Şiir Günü Ödülü gibi ödüller kazandı.
Siyasetçiler, genelde toplumun kandırılmasından, emeğin sömürülmesinden ve topluma din afyonunun yutturulmasından nemalanırken, o, sıkıntılar yaşadıkça ve dertlendikçe, olgunlaştı. Her şeyi güler yüzle karşıladı, sevecen ve dost bakış ve tutumlar edindi. Siyasetçiler gibi, ne azarladı, ne küçümsedi ne de güç kullandı. Siyasetçiler gibi, ne ayrımcılık yaptı ne de kişilerin malına ve canına zarar verdi. Arkadaşları, öğrencileri, yazılarını okuyanlar ve kendisini tanıma şansına erenler tarafından çok sevildi.

Başaran geçen günlerde, köy enstitülerinin ulu çınarlarından biri olarak yaşadığı ve “Sürebildiğin kadar toprak/ Sarabildiğin kadar kadın/ Bu dünya / Güvenebildiğin kadar dost/ Düşünebildiğin kadar güzel/ Yaşayabildiğin kadar/ Dünya” dediği dünyadan, ışıklar içinde yatacağı sonsuzluğa göçtü.

Son yolculuğuna, cenaze törenine katılanlarla ellerinde olmadığı için katılamayanların içten sevgi ve üzüntüleriyle uğurlandı.  

[email protected]