Mahalle Baskısı!

Ş. Mardin, bazı hayranlıklarından kolay kolay vazgeçmiyor. Bir yolunu bulup hayranlığını yineleme becerisi gösteriyor. Son zamanlarda bir mahalle baskısı diyor, bir imam ile cumhuriyet öğretmenini karşılaştırıyor hızını alamıyor cumhuriyet rejiminin değerlerinin olmadığından söz ediyor. Görünen o ki, ne söylendiği o kadar önemli değil. Söylediklerinizle AKP lehine bir durur yaratıyorsanız, ününüze ün katılıyor.

Ağzı laf yapanların sözlerinde olduğu gibi, mahalle baskısı sözünü duyduğunuz ilk anda ister istemez "yok ya, haklı adam" diyebiliyorsunuz. Oysa yaşamınızı film şeridi gibi biraz gözünüzün önünden geçirirseniz, mahalle baskısının hiç de Mardin'in dediği gibi olmadığını görüyorsunuz.

1940 sonları ve 1950 başlarındaki İstanbul'un ilçesi Beykoz'u düşünün. Çoğunluk işçi ailesi, biraz balıkçı biraz da memur ailesi var. Rumlar, Ermeniler Türkler, Lazlar, Kürtler, on yıllardır Beykoz'da oturan herkes kardeşçe yaşıyor. 8-9 yaşlarında çocuksunuz, Kur'an kursuna gönderilmeniz ailenizin aklından bile geçmiyor. Önce mahalle komşularınız ve sonra mahalle bekçisi, ilçede o zamanlar sayısı 1-2'yi geçmeyen şoför ve polis, güven kaynağınız. Kimse, kimseye gözünün üzerinde kaşın var demiyor. Ama bir büyüğünüzün yanından geçerken, ister istemez toparlanıyorsunuz, komşunuzu üzmemeye ve kızdırmamaya çalışıyorsunuz, onlara elinizden gelen yardımı yapmaya özen gösteriyorsunuz. Tanımadıklarınıza bile saygılısınız. Evinizden 5-10 dakika uzaklıkta bir yere gitmişseniz, akşam babanız, "Falanca seni şurada görmüş ne yapıyordun orada" diye soruyor. Limon aldığınızda fazla para üstü veren Yahudi satıcıya verdiği fazla parayı geri verince, Yahudi satıcı "Aferin" diyor. Sizin ağzınızdan, Kore'ye asker gönderildiği günlerin etkisiyle mi nedir, anımsadıkça bugün bile utanç duyduğunuz, "Bizler böyleyiz" sözleri dökülüyor. O anda, olaya şahit olan işçi babanızın bir işçi arkadaşı, "Bu ne biçim söz, hepimiz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyız" diyerek kulağınızı çekiyor. Yaşamınız boyunca unutmuyorsunuz bu anı.

Sonra yıllar çabuk geçiyor. Menderes'in yanlış politikaları sonucu işsiz kalan Anadolu köylüsü İstanbul'a, Beykoz'a da akıyor. 1960'lara Demirel'li yıllara geliyorsunuz. Sizi ve sizden beş yaş küçük kardeşinizi Kur'an kursuna göndermeyi düşünmemiş aileniz, bu yıllarda kız kardeşinizi Kur'an kursuna göndermeye kalkıyor. İki ağabeyin baskısıyla bu düşünceden ancak vazgeçiliyor. 1960'ın ikinci yarısında Konya'da askersiniz ve akabinde Alanya'da öğretmensiniz. Demirel iktidarda ve Ramazan ayında iki yörede de açık lokanta bulmakta güçlük çekiyorsunuz. Bir ara, 1974'te CHP hükümet kuruyor, MSP ile ortak olduğu halde, o iki yörede de Ramazanda lokantaların çoğunlukla kapanmadığını gözlüyorsunuz. Sonra yıllar daha da hızlı geçiyor. 1980'ler, 90'lar ve derken 21. yüzyıla giriyorsunuz. Bırakın genelde yoksul ve dar gelirlilerin yaşadığı Beykoz'u, son yıllarda yaşamınızı sürdürdüğünüz İstanbul-Levent de bile, her gün bir kapıcı ya da gecekondu ailesinde kadınların/kızların türbana kapandığına tanık oluyorsunuz.

Beş-on yıldır yaşadığınız mahallede bir değişim oluyorsa, bu değişim mahalle baskısıyla açıklanabilir mi? Mahalle baskısı, genelde var olanı koruma yönünde değil mi? Mahalle baskısı, mahallenin içinden ve geleneksel olan değil mi? Birilerinin dışarıdan gelip mahalleye dayattığı şey nasıl mahalle baskısı olabiliyor?

Mardin, buna benzer durumları yaşamadı mı, duymadı mı, okumuyor mu? Olup biteni, toplumu dincileştirme çabalarını görmüyor mu? Hangi mahalle baskısından söz ediyor? Türbana bürünen, genelde erkek hakimiyetini kabulleniyor, tüm sömürülere karşı sessizleşiyor ve de en acısı kendisini köleleştirecek istekleri bir hakmışçasına savunmaya başlıyor. Mardin gibiler bunu mu istiyor? Olayı mahalle baskısıyla yumuşatınca, durumun vahameti gözlerden uzak tutuldukça, olay geçiştirildikçe, kim ne kazanıyor?