Liseli gençler nerde, üniversite nerde?

Türkiye’nin, “anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az” denen günlerden geçtiğini söylemek yanlış olmuyor.  

Bir yanda 2016 lise gençliği, bir bir yayımladıkları bildirilerle, gençliklerine ve çağdaşlığa sahip çıkarken toplumun ve geleceğin umudu oluyorlar. Öte yanda, gençliğin ve Türkiye’nin geleceğini karartmakta kararlı olanlar; umutları yok edenler!

Gençliğin açıklamaları karşısında, iktidar mensupları yanında, liselilerin tepki gösterdiği kişilerin genellikle üye olduğu Eğitim Bir Sen’in karşı tepkileri pek yadırganmıyor. Ancak, muhalefetin liselere ve bu gençlere yeterince sahip çıkmaması ise, yadırganıyor.

Bir yanda, “Bilim, sevgi, hoşgörü anlayışından ödün vermeyen ve kendi fikirlerini başka fikirlere saygı duyarak oluşturmuş bir ailenin” üyesi olduğunu belirtip “Sizi eğitmekle mükellef hocalar susuyorsa… üzerinize karabasanlar çökmüştür” diyen 2016 lise gençliği, gencecik çocuklar. Öte yanda,  susmanın da ötesinde, kraldan daha çok kralcı olanlar, örneğin rektörler!

Üniversite gençliği, 2016 lise gençliği gibi bildiriler yayımlamamış olsa da, yükseköğretimin çağdaş ve dinamik kesimlerinden yıllardır gelen haberler, durumun üniversitelerde de hiç de iç açıcı olmadığını gösteriyordu.  Örneğin barış için akademisyenler tarafından hazırlanan “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisinin ilanından sonraki süreçte, Türkiye’deki 200 üniversiteden 190’dan fazlası, imzacı akademisyenlere yönelik yoğun bir baskı ortamı oluşturmuş ve maaş kesimi ile işten çıkarma gibi birçok haksızlığa imza atmıştı.

Liselilerin bildirilerinden sonra ise, üniversite yönetimleri, sanki liselerden farklı olmadıklarının gösterme yarışına girmiş bulunuyor. Örneğin, yakın zamana kadar doğru dürüst bir üniversite olma yolunda ilerleyen Uludağ Üniversitesi’nin, 2016 lise gençliğinin şikayetlerini aratacak hale geldiğini ortaya çıkıyor. Bu üniversitede, “9 yaşındaki kız çocuğuyla evlenilebilir” diyen bir hoca efendi (28 Aralık 2015’te), “Hür gençlerin seküler dünya ile imtihanı” konulu konuşma yapıyor. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bayrağı ile üniversite amblemli afişlerle (21 Nisan 2016), "Biz Ümmetiz-Grup Yürüyüş konseri" duyurulup, gerçekleştiriliyor. 13-17 Nisan 2016 Kutlu Doğum haftasında, üniversitedeki caminin bahçesinde düzenlenen kermeste Kâbe maketi kurulup içinde bulunduğu söylenen sakalı şerife dualar ediliyor, ilahiler okunuyor (http://testanasayfa.uludag.edu.tr/haberler/oku/dn/1513). Bu üniversitedeki bu olaylar yetmezmişçesine, eğitimci bir profesör, ‘devlet aleyhinde propaganda yaptığı’ ve ‘eğitim sistemini eleştirdiği’ gibi iddialarla açılan idari soruşturma sırasında, derslerinden el çektiriliyor!

Hem de bu gibi olaylar, devletin yaptığı hukuksuzluklara, haksızlıklara ve sebep olduğu acılara kaşın sessiz kalan aydınlara, kolay kola “aydın” denemeyeceği, eğitim alanında yapılanları eleştirmeyen  “eğitimci/öğretmenlere, de “eğitimci/öğretmen” denemeyeceği günlerde oluyor.

Neden koca Uludağ Üniversitesi, 2016 lise gençliği karşısında, bile bile açığa çıkıyor? Bilinmiyor? Oysa bilindiği gibi üniversitenin ve akademisyenliğin özünü, düşünce, araştırma, düşündüklerini ve araştırarak bulduklarını özgürce açıklama oluşturuyor. Bırakın üniversiteyi ve akademisyenliği, günümüz Türkiye’sinde, dış politikadan iç barışa, hukuktan eğitime, ekonomiden insan haklarına, … kadar her konuyu irdelemek, bir yurttaşlık görevi haline gelmiş bulunuyor.

Kraldan fazla kralcılık bir üniversiteyle sınırlı olsa, sistem bu durumu hazmedebilir denebilse de; üniversitelerden peş peşe, “Biz de liseler gibiyiz” mesajları geliyor. Sesi soluğu çıkmayan üniversiteler ise zaten demir kıskaca alınmış durumda.  

Bu kez bir vakıf üniversitesi olan Bilgi Üniversitesi, liselerden beter olduğunu gösteriyor. Bu üniversitenin bir akademisyeninin, iletişim fakültesi öğrencileriyle yaptığı derste, "En iyisini o yapıyor, en güzel nobranlığı, en güzel kabalığı, en güzel 'ben yaptım olduyu' işin aslına bakarsanız o yapıyor" dediği iddia ediliyor. Rektörlük, bu sözleri Cumhurbaşkanı’na hakaret sayıp o akademisyenin işine son veriyor. Rektörlüğün, hem savcı hem yargıç olması, akademisyenlik nedir, iş güvencesi nedir, üniversite nedir, … aldırmaması, bu kadar kolay artık.

Hemen ardından YÖK’te, “liselerden beter olduğunu” gecikmeden gösteriyor: Buca Eğitim Fakültesi’nde yapılan danslı mezuniyet töreni sonrasında, dekanı anında görevden alıyor!

Üniversitelerin ve YÖK’ün, 2016 lise gençliğinin liseler için söylediklerinin, üniversiteler ve YÖK için de geçerli olduğunu kanıtlaması, pek de anlamlı oluyor!

Liselerin beter durumda olmasının yanında, üniversitelerin liselerden, YÖK’ün de üniversitelerden daha da beter durumda olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Hukuksuzluk, despotluk, keyfilik, gericilik, insan hakları karşıtlığı, bilimsellik karşıtlığı, her olumsuzluk açık seçik ve artan bir ivmeyle devam ediyor. Hem de bu konularda diğerlerinden çok daha özen göstermesi gereken üniversiteler ve rektörler tarafından.

Bu beter durumlar daha nereye kadar devam edebilir; toplum buna daha ne kadar dayanabilir?

Ben size söyleyeyim: Dayanmaz, dayanamaz.

Üniversite diyanet değil ki gericiliğine alışılsın. Üniversite polis değil ki, despotluğuna alışılsın. Üniversite yargı makamı değil ki, adaletsizliğine alışılsın. Üniversite, “üniversite” olmak zorunda; başka çıkış yolu yok.  Üniversite, “üniversite “ olunca, doğal olarak liseler de “lise” olacak.

Bu arada, üniversiteyi, ancak akademisyenlerin “üniversite” yapacağını da unutmamak gerekiyor.

 

[email protected]