Koronavirüs’ün öğretileri

Hemen her olay, öğrenme kaynağı olup yeni bir şeyler öğrenmemize yol açabiliyor. Bu tür öğrenmelerde, öğrenme süreci, öğrenilenlerin içeriği, niteliği ve kalıcılığı, kişiden kişiye değişebiliyor. Öğrenme alışkanlığı edinmiş kişilerle, yeni öğrenilenleri daha önceki öğrenmeleriyle ilişkilendirebilenlerin daha çabuk öğrendikleri görülüyor. Kimilerinin öğrenmesi için ise olayın/söylemin birkaç kez yinelenmesi gerekiyor. Yaşanan olayı, işitilen söylemi, yazılan ifadeyi ya da alınan kararı irdelemek ve o konu üzerinde düşünmek ise hem öğrenmeyi kolaylaştırıyor, hem de bu ana konunun arka planında gizli kalan konuların öğrenilmesine de yol açıp öğrenmeyi zenginleştirebiliyor. Öğrenme kaynağı, bazen unuttuğumuz bir konuyu anımsamamıza, bazen de geçmişte gözden kaçırdığımız bir şeyi öğrenmemize yol açıyor. 

Bu arada öğrenme kaynağından bir şeyler öğrenmeyenler de oluyor. Genelde, öğrenme alışkanlığı olmayanlar, gördüklerini duyduklarını irdelemeyenler, aklını başkasına, ağasına, şıhına, şeyhine, idol olarak gördüğü kişiye, … emanet edenlerin yeni bir şeyi öğrenmede zorluk çektikleri görülüyor. Bu kesimin yeni bir şey öğrenmesi için ya olayın/söylemin birkaç kez tekrarlanması ya da kişinin yaşamıyla birebir ilişkili olması gerekiyor. 

İlk koronavirüs olayı görüldükten sonra ülkemizde yaşananların, bu konuda alınan kararların, yazılanların ve söylenenlerin hemen her birinin, doğrudan ve / ya da dolaylı yoldan bizlerin yeni bir şeyler öğrenmemize kaynaklık ettiği görülüyor. 

Örneğin bu virüs olayı, kimimize, 27 Mayıs 1928’de açılmış olan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsünün, AKP’nin 2011 yazında bir çırpıda çıkardığı 35 KHK’den biri olan 663 sayılı KHK ile kapatılmış olduğunu anımsatmış ya da öğretmiş bulunuyor. Bu kurumun 1931’de BCG aşısı, 1932’de serum, 1933’de kuduz, 1942’de tifüs, 1948’de boğmaca ve 1965’te çiçek aşısı ürettiği ve 1938’de Çin'e bir milyon aşı gönderdiğini de ya anımsıyoruz ya da öğreniyoruz. Bu konu üzerinde biraz düşünenler, günümüzde aşı üretilmemesinin bizlere nelere mal olduğunu da öğrenebiliyor, nelere mal olabileceğini de öngörebiliyor.

Ekonomik yapısı ve nüfusu bizimle eşdeğerde olan bazı ülkelerin bir günde 20 bin test yaparken bizim bu sayıya ancak 10 günde ulaştığımızı öğreniyoruz. O günlerde, Sağlık Bakanının mecliste yaptığı konuşmadan da, kendi tanı kitimizi geliştirdiğimizi ve kit yokluğundan yeterince test yapamamamızın ABD'ye 500 bin tanı kiti satmış olmamızdan kaynaklandığını öğreniyoruz. 

Virüsün ülkede hızla yayıldığı günlerde, ekonomik kriz içinde olan Türkiye'nin Afrika Kalkınma Bankası'ndaki payının 800 milyon dolara (5 milyar TL) çıkarılmasının Meclis'te kabul edildiğini ve Cumhurbaşkanı'na da 26 milyar TL'ye kadar aktarım yetkisi verildiğini öğreniyoruz. Bu öğrenme, hemen hemen aynı günlerde, virüs krizine karşı başka ülkeler trilyonlarca lira ayırırken bizim 100 milyon lira harcadığımızı öğrendiğimizde ise olay bambaşka anlam kazanıyor. Hele bu pakette, yoksullar, işsizler, işsiz kalacaklar ve de yaşamlarını buldukları ya da yapabildikleri günlük işlerle kazananlar için bir önlem bulunmazken iş adamlarına kaynak aktarılacağını öğrenince, pek çok kişinin öğrendikleri derinlik kazanıyor; akıllarından sınırsız düşünceler geçmeye başlıyor. 

Bu arada Prof. Dr. Ali Erbaş’ın Diyanet'inin, “Zekatların bu günlerde ulusal düzeyde başlatılan dayanışma kampanyaları vasıtasıyla toplanıp hak sahiplerine ulaştırılması caizdir” dediğini öğreniyoruz. Prof. Dr. Yekta Saraç’ın YÖK’ünün açıklamasından da, koronavirüs nedeniyle yükseköğretim öğrencilerinin, bu bahar döneminde kayıtlarını dondurabileceklerini öğreniyoruz. Bu açıklamadan Saraç’ın dijital imkanlardan dolayısıyla başlatılan uzaktan öğretimden yararlanamayacak olan yoksul ve dar gelirli aile çocuklarını hiç düşünmediğini de öğrenmiş oluyoruz. Bu son iki öğrenme, bizlere ayrıca, kimilerinin adlarının başında bulunan “Prof. Dr.” gibi unvanların (bazen) bir şey ifade etmediğini de öğretiyor. 

Yukarıda değinilen ekonomik paket, bir öğretim kaynağı olarak ilginç bir durum gösteriyor. Bu paketten iş adamlarının öğrendikleriyle işsiz-yoksul-dar gelirli ve işini kaybedeceklerin öğrendikleri farklı oluyor. 

Bu tür farklı öğrenmelere kaynaklık eden durumlar, sık sık karşımıza çıkıyor. Örneğin AKP’nin hazırladığı af yasa taslağından, herkes yolsuzluk, hırsızlık ve ırz düşmanlarına af getirilirken düşünce suçlularına-düşündüklerini söyleyenlere af getirilmediğini öğrenirken, affa uğrayacaklarla affa uğramayacakların öğrenmelerinin sonuçları da farklı oluyor. İktidarın, virüsle mücadele toplantısına muhalifleri çağırmaması da, bağış toplayan AKP’li belediyelere karışmazken muhalif belediyelerin bağış toplamasını yasaklaması da, Cumhurbaşkanı’nın virüsle mücadele konusunda yalnız AKP’li belediye başkanlarıyla konuşması da, genel öğrenmeler dışında çok farklı öğrenmelere kaynaklık ediyor. 

Öğrenme konusunu küçümsememek gerekiyor. Çünkü gerçeğin öğrenilmesi kişiyi özgürleştirirken gerçek dışı öğretiler kişinin bağımlılığını pekiştirebiliyor. Bu bilinçte olan yandaş basın, kişilerin bağımlılığını sürdürmek ve de güçlendirmek için, gerçekleri saptırabiliyor, gerçekleri saklayabiliyor ya da yalan haber bile verebiliyor. Bu nedenle, örneğin Milliyet Gazetesi 23 Martta, “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın corona virüsü salgınına karşı açıkladığı ekonomik istikrar kalkanı paketi 82 milyona nefes aldırdı” şeklinde başlık atabiliyor. Halkın “virüsle boğuşurken bunun sırası mı?” dememesi için, yandaş basın ‘KANAL’ konusunda ihale yapıldığı haberini vermiyor. Bu nedenle CHP’li belediyeler bağış kampanyasını Cumhurbaşkanı’ndan saatler öncesinde başlatmış olsalar da, bir televizyon kanalında tam da tersi söylenebiliyor. 

Gerçeğin öğrenilmesi kişileri özgürleştirdiğinden, piyasacı ve gerici iktidarlar, gerçekleri dile getirenlere -muhaliflere, solculara, sosyalistlere- düşmanca yaklaşıyor. AKP, gerçekleri dile getirenleri, Cumhurbaşkanına hakaret, "Fetö"cü ya da teröre destek suçlamalarıyla sindirmeye çalışıyor.  Çünkü gerçekleri öğrenmek, piyasacılığa ve gericiliğe karşı bir panzehir oluyor. 

[email protected]