Kesintili eğitimin yapay gerekçeleri

Birazcık olsun eğitimle ilgilenenlerle eğitime önem verenlerin, 12 yıllık kesintili eğitim yasa taslağını okuduklarında, şaşırmamaları olanaksızdır.

Daha birkaç gün önce bir televizyon kanalında yapılan röportaj sırasında milli eğitim bakanı, “12 yıllık zorunlu eğitim hazırlıkları devam ediyor hazırlıklar sonunda kamuoyunu bilgilendireceğiz ve daha geniş kesimlerde tartışacağız” diyor. Bu açıklamadan birkaç gün sonra, hem de öğretim yılının ortasında, taslağın apar topar meclise gönderilmesi ilk dikkat çeken husus oluyor. Bu aceleciliğin arkasında, cemaat-iktidar kavgası mı var yoksa Başbakan’ın bir nedenle siyasete ara vereceği ya da siyasal gücünü kaybedeceği beklentisi var da, hazır AKP meclis grubu Başbakan’ın arkasında ve yekvücut haldeyken bu işin bir an önce kotarılması mı isteniyor, bilinmiyor!

Taslağı okuyanlar, hemen, meclisin üyeleri (milletvekilleri) başta olmak üzere, toplumun eğitimli ve ilgili kesimlerinin hafife alınmış olduğu duygusuna kapılıyor. Bazı haber programlarında zaman zaman muhabirlerin sokaktaki yurttaşlara HSYK, Ergenekon ve MİT nedir, Libya nerededir gibilerinden sorular sorduklarını ve pek çok yurttaşın bu konulardan bihaber olduğunu hepimiz izlemişizdir. Bu taslağı okuyanlar, taslağın , “Güncel konulardan bile bihaber olanlara ne söylesem/yazsam yuttururum” havasında yazıldığını düşünüyor.

Bu konularda biraz bilgili olanlar, taslağın genel gerekçesinde, doğru ve süslü ifadelere yer verildiğini, ancak bu ifadelerle araştırma sonuçlarının çarpıtılıp tam tersi çıkarsamalar yapıldığını, birbiriyle çelişkili ifadelerle ve doğru olmayan ya da yer verilmeyen bilgilere dayanarak, girişteki süslü ifadelerle örtüşmeyen değişikliklerin savunulduğunu görüyor.

Taslağın genel gerekçesi, “ekonomik ve sosyal gelişmişlik için eğitim” vurgusuyla başlıyor. Gelişmiş ülkeler, gelişmişliği belirli ölçüde kadının iş yaşamına katılması sayesinde kazanmışken, gerekçede, toplumun büyük çoğunluğunu ve belkemiğini oluşturan yoksul ve dar gelirli ailelerin (emekçilerin) çocuklarının gelişimi akla hayale gelmez yöntemlerle engellenmeye çalışılıyor. Zorunlu eğitimin 4’üncü sınıfından sonra çocukların açıköğretime ya da çıraklık eğitimine geçmesinin yolu açılıyor. Türkiye’de, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, zorunlu eğitime hiç gitmeyenlerin, zorunlu eğitimi bitirmeden ayrılanların ve ilköğretimden sonra ortaöğretime gitmeyenlerin/gidemeyenlerin genelde sosyo-ekonomik düzeyleri düşük ailelerle anadilleri Türkçe olmayan ailelerin çocukları olduğu ve bu grup içinde kızların sayısının daha çok olduğu biliniyor. Okçabol ve arkadaşlarının yakın zamanda gerçekleştirdiği “Kağıthane İlçesinde İlköğretimde Okullaşma” konulu araştırma bulguları da benzer durumu yansıtıyor. Kimi ailelerin kızlarını okula göndermek istemedikleri de biliniyor. Bu gerçekler ışığında, yoksul ve dar gelirli aile kızlarının açıköğretime erkek çocuklarının da çıraklık eğitimine yönelecekleri belli oluyor. Kızların açıköğretime gitmesi, onların iş yaşamının dışında kalıp eve kapanacakları ve çocuk yaşta evlendirilecekleri, çıraklık eğitimine yönelecek erkeklerin de, sosyal ve ekonomik gelişmenin en alt basamağında takılıp kalacakları anlamına geliyor. Gerekçe ve taslak, emekçi çocuklarının ömrü billah emekçi olarak kalmalarını tasarlıyor.

Gerekçede, “toplumsal düzenin adaleti, eğitimde fırsat eşitliğini ne ölçüde sağlandığına göre şekillenmektedir” deniyor. Sonra da, çocukların 4’üncü sınıftan sonra açıköğretime ya da çıraklık eğitimine geçmesine izin verilerek, büyük çoğunluğun eğitim fırsatlarından uzak tutulmasına ve toplumsal düzenin adaletinin bozulmasına yol açılıyor!

Gerekçede, 1997 yılında başlayan kesintisiz zorunlu eğitimin geçekleştirilmesi, “sağlıklı ve verimli bir eğitim ortamının oluşturulması adına ciddi sorunlara neden olmuş ve olmaktadır” deniyor. Bu tür ifadeler gerekçede birkaç kez yineleniyor ancak ciddi sorunların ne olduğuna dair bir tek örnek bile verilmiyor. Çünkü doğrudan kesintisiz eğitim kaynaklı sorun pek yok. İlköğretimde var olan sorunlardan örnekler verseler, bu sorunların genelde ailenin sosyo-ekonomik durumundan, öğretmen tutumundan ve eğitim-öğretim süreçlerinden kaynaklandığı görülecek. Çocukların yaş farkından kaynaklandığı sanılan sorunlar varsa, bu sorunların aile içinde kardeşler arasında ya da mahalle içinde de yaşanan sorunlardan pek farklı olmadığı görülecek.

Gerekçede, çocukların bilişsel, duyuşsal ve devinimsel gelişimiyle ilgili olarak, bu sözcükler kullanılmasa da, doğru ifadelere yer veriliyor. Sonra da bunun tam tersine, bilişsel, duyuşsal ve devinimsel gelişimini tamamlamamış ve hatta geliştirme fırsatı bile bulamamış çocukların çıraklık eğitimine geçmesi için yol açılıyor!

Gerekçede, “özellikle kırsal kesimde kesintisiz eğitim nedeniyle pek çok köy okulunun işlevsiz” kaldığı belirtilirken de, gerçekler çarptırılıyor. Oysa gerçek, kesintisiz eğitim nedeniyle kapanan köy okulu olmadığı gibi, köy okulu kapatılması olayının kesintisiz eğitime geçmeden yıllar önce başlamış olmasıdır. Bazı köy okullarının kapatılmasının nedeni, bakanlığa göre, o okula gidecek yeterli sayıda öğrenci olmamasıdır. Üstelik kesintisiz eğitim uygulaması içinde ve şu anda bile, pek çok köyde öğrenci sayısına göre üçüncü ya da beşinci sınıfa kadar ders yapılmaktadır. Bu sınıfları geçenler de ilköğretim yatılı bölge okullarına gitmekte ya da taşımalı eğitime alınmaktadırlar.

Gerekçede, kesintisiz eğitimle ilgili “olumsuzlukların bir diğerinin ise bu uygulamanın mesleki eğitime vurduğu darbe oluşturmaktadır” denmesi de, gerçeklerle tamamen ters bir durumdur. Gerçekte, mesleki eğitimde anlamlı düzeyde sayısal azalma bir tek, o da AKP iktidara gelene kadar, imam hatiplerde yaşanmıştır. Gerekçede, “farklı katsayı uygulamasının mesleki ve teknik ortaöğretime negatif etkileri somut olarak ortaya konmuştur” denmekte, ancak öğrenci sayısı düştü gibi doğru olmayan bir söylemin dışında hiçbir somut örnek verilmemektedir. İşin gerçeği ise gerekçede söylenenin tam da tersidir. Katsayı sonrasındaki uygulamada meslek lisesine gidenlerin sayıları çoğaldığı gibi meslek liselerini bitirip meslek yüksekokullarına gidenlerin sayısı da artmıştır. Katsayı uygulaması nedeniyle, genel liselerden meslek yüksekokullarına geçenlerin sayısı azalmış ve daha çok meslek liselinin meslek yüksekokuluna geçmesinin yolu açılmıştır. Ayrıca bu katsayı uygulaması nedeniyle, pek çok meslek liseli düşlerinde göremeyeceği bir fırsatı yakalamış ve eğitim fakültelerindeki ilgili mesleki öğretmenlik alanlarına girebilmiştir. Bu gerçek de, gerekçede belirtilen “öğrencilerin lisans programlarına yerleşme oranı azalmıştır” ifadesinin doğru olmadığını göstermektedir. Kesintisiz eğitim uygulaması, daha bilgili öğrenci geldiğinden mesleki eğitimin niteliğini de meslek yüksekokuluna girme olasılığını da artırmıştır.

Gerekçede, “bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu esaslar ışığında” denip bu bulgulara yüz seksen derece ters bir durum, kesintili eğitim, savunulmaktadır. Oysa bilimsel bulgular, çocukların erken yaşta mesleki eğitime ayrılmasının sakıncalarıyla ilgilidir. Kesintisiz eğitime geçmeden önce Türkiye’de mesleki eğitim öğrencileri üzerinde yapılan araştırmalar da, mesleği çocuğun değil ailenin seçtiğini ve çocukların okudukları meslekten memnun olmadıklarını göstermektedir. Mesleki eğitimde okuyanlar, genelde okudukları alandan memnun olmadıklarından üniversitede değişik bir alanda okumak istemektedirler. Bu nedenle, sağlıklı meslek seçimi yapabilmek için sekiz yıllık zorunlu eğitim bile yeterli değildir.

Gerekçede, gelişmiş ülkelerde yüzde 60 dolayında olan mesleki eğitim oranının Türkiye’de yüzde 44’lerde olduğu belirterek mesleki eğitime önem verilmesi gerektiğine değinilmektedir. Burada da olaylar çarpıtılmaktadır. Bu durumun bir nedeni, gelişmiş ülkelerin sanayi ülkeleri olması yanında Türkiye’nin sanayi ülkesi olmayıp teknoloji ithal eden bir ülke olmasıdır. Ayrıca meslek lisesi mezunları içinde bile işsizlik oranının yüzde 30 dolayında olduğu ve daha fazla meslek lisesi öğrencisi olmasının daha çok işsizlik anlamına geleceği yadsınmaktadır.

Gerekçede, kesintisiz eğitim uygulaması nedeniyle, “mesleki ortaöğretimdeki teknik altyapı donanımı atıl kalmış ve güncelliğini yitirmiştir” denmesi de gerçeği yansıtmamaktadır. Öğrenci sayısı azalmadığından atıl kalma söz konusu bile değildir. İlk yıllardaki azalma ise donanımı atıl bırakacak düzeyde değil, olsa olsa sınıf mevcudunun 1-2 öğrenci azalması düzeyindedir ve bu durum altyapının atıl kalmasını değil, bilakis daha etkin kullanılabildiği anlamına gelmektedir. Meslek okullarındaki donanımın güncelliği konusu, kesintisiz eğitimle ilgili bir durum değildir ve bakanların tutum ve anlayışlarıyla ilişkilidir. Bu sorun, AKP iktidar öncesinde yapılan şuralarda da, bilimsel toplantılarda da sürekli yinelenen bir sorundur. Meslek lisesinde okuyanların katsayı uygulamasıyla daha büyük oranlarda ilgili meslek yüksekokuluna gitmelerini sağlayanların, mesleki eğitime önem vermediğini söylemek kolay değildir.

Bu taslak ve genel gerekçe, kesintisiz eğitimi vururken birkaç kuş daha vurmayı hedeflemektedir. Vurulmak istenen bir kuş, gerekçeye göre, “belli sanat ve spor dallarında üstün kabiliyetli tespit edilen öğrencilerin” nitelikli öğrenci sayılıp ek puan ve ek kontenjanlar verilerek üniversiteye geçişlerini kolaylaştırmaktır. Böylesi ikircikli konular apar-topar geçiştirilecek konular değildir. Hele, heykellere tükürenlerin, ucube deyip yıkanların, resim, heykel, sahne sanatları ve klasik müzik gibi alanları sanat saymayanların dünyasında bu girişim çok da netameli bir girişimdir. İkinci kuş, yandaş iş çevrelerine kaynak aktarmayla ilgilidir. Fatih projesinde kullanılacak olan teknolojinin ülkemizde üretilmesi için değil de, gerekli teknolojinin satın alınması için, “bu işlemlerin Kamu İhaleleri Kanunu kapsamı dışında tutulması” istenmektedir! Bunun anlamı ise, Fatih projesinde birilerine kaynak aktarılması ve kamusal kaynakların kolaylıkla çarçur edilmesidir. Vurulmak istene bir başka kuş, üniversite sınavlarında bir yerleri kazanamayan lise birincilerine üniversitede kontenjan ayırmak ve okul başarı puanının yüzde 12’sinin üniversite giriş sınavlarına eklenmesidir. Okullar AKP’nin okuluna dönüştüğüne göre, burada amacın ne olduğu açıktır. Vurulmak istenen kuşlar içinde, göreceli olarak en masumu, iki üniversiteye Başbakan ile Cumhurbaşkanının adlarının verilmesi girişimidir.

Böylesine gerçeklerden kopuk, eğitim ve zorunlu eğitim kavramlarıyla olduğu kadar insan hakları anlayışıyla da bağdaşmayan bu gerekçe, kimilerinin hâlâ kininin davacısı olduğunu göstermektedir.

Türkiye ilginç bir deneyimden geçmektedir. Kesintili eğitim zokasını görenleri ya da yutanları hep birlikte göreceğiz.