Kesintili eğitim anlayışına hayır!

Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarırken 4’lü kademeler halinde kesecek yasa taslağı meclise sunuldu! Zorunlu eğitimin 4+4+4 8+4 ya da 5+3+4 gibi kademelere ayrılması eğitimi kesintili yapmıyor. Zorunlu eğitim sürecinde çocukların mesleki eğitime kaydırılması eğitimi kesintili yapıyor. Toplum, özellikle de milletvekilleri, demokratik kitle örgütleri ve aydınlar(!), birazcık da, azıcık da olsa “eğitim”e önem verdiklerini göstermezlerse, bu taslak en çok üç-beş gün içinde yasalaşacak.

Biraz “eğitim”e önem vermek demek, çocuğumuzun ve ülkemizin geleceğine sahip çıkmak demek. Günümüzde en yalın haliyle “eğitim”, çocuğun özgürleşmesine, kişiliğini, yeteneklerini, çevresini ve doğayı sağlıklı bir biçimde tanıyıp kendisini gerçekleştirmesine, ressam, hukukçu, ilahiyatçı, mühendis ya da benzeri bir mesleğe kendi isteğiyle yönelmesine ve o meslekte ilerlemesine yardımcı olacak bir süreç. Eğitim, çocuğu insancıllaştırıp toplumsallaştıracak ve evrenselleştirecek etkinlikler kümesi.

Dolayısıyla eğitim, çocuğun önünü kesecek bir süreç değil, tam tersine onun önünü açacak bir süreç. Bu nedenle “eğitim”e biraz önem verenlerin, çocuğun önünü kesecek yaklaşımlara karşı çıkması bekleniyor.

Birazcık da olsa “eğitim”e önem vermek, zorunlu eğitimin önemini ve anlamını kavramak demek. Bu nedenle daha önce değinilmiş olsa da bu konuya yeniden değinmek gerekiyor. Ana-babanın çocuğa aktardığı bilgiler, avcı toplumlarıyla tarım toplumlarının günlük yaşamını sürdürmeye yetiyor. Bilimsel ve kültürel gelişimler sonunda ortaya çıkan sanayi toplumuna geçiş sürecinde ana-babanın çocuğa verdiği bilgilerin yeterli olamadığı görülünce, çocuğun edinmesi istenen bilgi ve becerileri kazanması için 18-19’uncu yüzyılda zorunlu eğitim gündeme geliyor. Sanayi toplumunun gereksinimleri çoğaldıkça, zorunlu eğitim süresi de uzuyor, bu eğitimden beklentiler de değişiyor. Zorunlu eğitim Osmanlıda ancak 1824’te, o da yalnız İstanbul için dile getiriliyor neredeyse bir asır sonra 1913 yılında yasal zorunluluk gelse de bir işe yaramıyor. Gelişmiş ülkelerdeki zorunlu eğitim süresi, Cumhuriyet döneminde de bir türlü yakalanamıyor. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ile 1973’te 5’yıldan 8 yıla çıkarılıyor ama geçici bir maddeyle bunun uygulanması ileri bir tarihe bırakılıyor. Biraz da 28 Şubat zoruyla ve ilgili yasanın kabulünden 24 yıl sonra ancak 1997’de, 8 yıl oluyor.

Zorunlu eğitim, öğrenim çağındaki çocuğun okula gitmesi zorunluluğunu getirirken devlete de, herkese eşdeğer bir eğitim vermesi yükümlülüğünü getiriyor. Zorunlu eğitim, toplumun genel eğilim ve isteklerini göz önüne alsa da tekil ailenin isteğine göre düzenlenmiyor. Zorunlu eğitimin içeriği, toplumsal gereksinimler, toplumun barış ve gönenç (refah) içinde yaşaması, dünya devletleri içinde kimliğini koruyup sürdürebilmesi, çağdaş dünyada bireylerden/ yurttaşlardan beklenen genel kültür, bilimsellik laiklik, demokratiklik ve insan haklarına saygı gibi konulardaki bilgi, anlayış ve tutumlar belirliyor. Yakın geçmişte sanayi toplumunun gereksinimlerini karşılamak için ve ara insan gücü yetiştirmek amacıyla ortaöğretim düzeyinde önem kazanan mesleki eğitim, içinde bulunduğumuz, bilgi toplumunda, öğrenme toplumunda, teknoloji toplumunda ve de küreselleşen dünyada teknolojidense bilgiyi üreten ve kullanan kişilere gereksinim duyulduğundan, geçmişteki önemini yitirmiş bulunuyor.

Zorunlu eğitim, zorunlu eğitim çağındaki çocukların bir bölümünün mesleki eğitimde, ötekinin açıköğretimde okuması ve berikinin de kendisini her yönüyle geliştirecek genel eğitimin verildiği okullarda okuması anlamına gelmiyor. Üstelik açıköğretim, zorunlu örgün eğitim çağındaki çocuklar için tasarlanmış bir uygulama da değil. Zamanında okula gidememiş ve örgün eğitim çağını aştığı için okula gidemeyecek kişilere verilen ve kaçırdıkları eğitimi tamamlamalarına yarayan bir uygulama.

Meclise gönderilen tasarıda, zorunlu eğitim anlayışının dışına çıkılıyor, çocuğun 4’üncü sınıftan sonra çıraklık eğitimine ya da açıköğretime gitmesinin yolu açılıyor. Mesleki eğitimi savunur görünenlerin yüzde kaçının çocuğunu mesleki eğitime gönderdiği ya da mesleki eğitimde öğrenci olanlar içinde varsıl ailelerden gelenlerin oranı düşünüldüğünde, çıraklık ve açıköğretime geçme yolunun, yoksul ve eğitim düzeyi düşük aile çocukları için kurulmuş bir tuzak olduğu belli oluyor. Bu tasarı yasalaşırsa, parasız olması gereken devlet okulunda bile çocuktan istenen parayı bulmakta güçlük çeken ailelerin çoğu, çocuğunu ya açıköğretime ya da çıraklık eğitimine gönderecektir. Kızını okutmak istemeyen aile ise açıköğretimi yeğleyecektir ve bu uygulama kızların toplum yaşamından uzak tutulup eve mahkum edilmeleri anlamına gelecektir. Bu tasarı yasalaşırsa, fırsat verildiğinde değişik alanlarda ünlü olabilecek ve insanlığa katkılarda bulunabilecek pek çok çocuğun önü kesilmiş olacaktır.

Çağdaş dünyada bu nedenlerle hem zorunlu eğitim süresi uzuyor hem de kişilerin meslek seçimlerini uzun süreli genel eğitim sonunda seçmeleri benimseniyor. Bu durumu bilen iş dünyasının temsilcisi, 15 yıl önce 1996 yılında yapılan 15. Milli Eğitim Şurası’nda yaptığı konuşmada, “Bizim mesleki eğitim almış kişilere gereksinimimiz yok. Biz istediğimiz mesleği iş içinde öğretiriz. Yeter ki ortaöğretimden gelen gençler öğrenme alışkanlığı edinmiş gençler olsun” diyor. Aynı şurada o zamanın milli eğitim müsteşarı, yapılan araştırmaların, 2,5 yılda bir mesleklerin eskidiğini gösterdiğini açıklıyor. Dolayısıyla erken yaşta mesleki eğitim vermeye kalkışmak, çocuğun öğrenme yeteneğini geliştirememesi ve yaşamboyu öğrenme sürecinde de yaşıtlarından geri kalması anlamına geliyor. Erken yaştaki mesleki eğitim, 2,5 yıldan hesaplarsanız çocuğun öğrenim süreci içinde iki-üç kez eskiyecek ve okulu bitirdiğinde de işine pek yaramayacak mesleki eğitim anlamına da geliyor. Çocuğun küçük yaşlarda açıköğretime/ çıraklık eğitimine gönderilerek zorunlu eğitim dışında bırakılması, eğitsel ve demokratik olmadığı gibi, insancıl da olmuyor.

Bu nedenlerle “eğitim”e biraz değer verenlerin, biraz da yapılmak istenenlere duyarlı olması gerekiyor.

Çağdaş anlayışta, zorunlu eğitimin demokratiklik ölçüsü, o çağdaki her çocuğun okula gitmesiyle, her çocuğun özgürleşmesine ve gelişmesine yardımcı olacak derslerin varlığıyla, her çocuğun cinsiyet, inanç ve etnik köken gibi farklılıklarına uygun olma ve onların beklentilerini karşılama düzeyi ile ölçülüyor. Zorunlu eğitim ne kadar bilimsel ve laik olursa o kadar demokratik olurken, cinsiyet, etnik köken, inanç ve varsıllık düzeyinden kaynaklanan farklılıklara getirdiği dayatmalar ve kısıtlamalar ölçüsünde de anti-demokratik oluyor.

Çağdaş anlayışta ailenin, para karşılığı olsun olmasın, çoğunu küçük yaşta evlendirmek istemesi ve inancı gereği kızına uygulamak istediği namus/töre anlayışı demokratik olmadığı gibi, çocuğunu okula göndermeme isteği de demokratik bir istek olmuyor. Gelişmiş ülkeler, bırakın çocuğu ailenin isteği doğrultusunda yetiştirmeyi, örneğin Almanya’da olduğu gibi, istismara uğrayan çocuğu ailesinden alıp ayrı kurumlarda büyütüyor. Bu nedenle çağdaş anlayış ve uygulamada, aileden çok toplumsal istekler ve beklentiler ile çağdaş insan hakları değerleri belirleyici oluyor. Ayrıca, eğitim konusunda ailenin isteği öne çıkarıldığında, çocuğun hakları göz ardı edilmiş oluyor. Ailenin, kendi değerlerini, aile içi süreçlerde çocuklarına aktarma hakkı var da, çocuğunu okula göndermeme ve çocuğu adına meslek seçme hakkı bulunmuyor. Sözün kısası, ailenin isteğine göre çocuğunun geleceğinin belirlenmesi de, “eğitsel” ve “demokratik” olmuyor.

Bu günler, birazcık da olsa “eğitim”e önem verenlerin, yukarıda özetlenmeye çalışılan zorunlu eğitim anlayışına, kesintisiz eğitime sahip çıkması gereken günler.

Yoksa çocuğumuza da, gencimize de, toplumumuza da ve geleceğimize de yazık olacak!

[email protected]