Kazın ayağı öyle değil

Radikal gazetesinin 11 Kasım 2007 Pazar günkü Radikal İki ekinde, “Eğitimde yeniden temcit pilavı: SBS” başlıklı bir yazı yayımlandı. SBS bilindiği gibi, ortaöğretime girişte yapılan tek sınav (OKS) yerine uygulanacak (6-7-8’inci sınıflarda her yıl yapılacak) olan seviye belirleme sınavı. Makalede kimi doğru ve yerinde saptamalar yer alıyor: Yazar, eğitim sistemi için “merkeziyetçi bir sistem” diyor. Yazar, bakanlık tarafından ‘eğitimde reform’ olarak sunulan uygulamalar hakkında, “bütüncül bir yaklaşımdan yoksun olduğu için sorunu çözmek yerine eğitime yeni sorunlar ilave ediyor” derken, SBS uygulamasıyla ilgili olarak da, “öğrencilerin dershane ve hazırlık çilesi biraz daha artırıldı. Bütüncül yaklaşımdan yoksun sözüm ona reform uygulamaları dershane sektörünü büyütmekten başka bir işe yaramıyor” diyor. 

Yazar, “Bu reformla eğitimin davranışçı/ezberci yaklaşımı yerine yapılandırmacı yaklaşımı ikame edilmek isteniyor” saptamasında da haklı olsa da, bu yapılandırmacı yaklaşımın, bir ABD/AB/Dünya Bankası dayatması olduğunu ve yeni ilköğretim programının bize bu güçler tarafından neredeyse aynen dikte ettirildiğine hiç değinmiyor. Hele hele, bu yeni program çerçevesinde bakanlıkça hazırlanan örnek soruların “yapılandırıcı yaklaşımın” neyi yapılandırmaya yönelik olduğunu da ya bilmezden ya da görmezden geliyor.

Yazar, kimileriyle dalgasını geçmeyi ve “Kafası Hegel'in kutsal devletinde kalmış bazı memur-bürokrat kılıklı kesime göre, dershaneye akan paranın devlete bağışlanması durumunda sorun çözülebilir” demeyi de biliyor. Ancak, bakanlığın “yapılandırıcı yaklaşımını” irdelemeyen ve bu yaklaşımı genelde olumlayan yazarın, makalesinde yer verdiği önerileriyle, ya genç bir arkadaş olup dünyayı tozpembe gördüğü ya da ABD’den/AB’den bir yerlerden yeni döndüğü ve ABD’cilikten/AB’cilikten kendini kurtaramadığı anlaşılıyor. Çünkü yazarın ne yapılması gerektiğine yönelik önerileri, “Ancak, merkeziyetçi bir eğitim sistemine yapılandırmacı eğitim felsefesini aşılamak abesle iştigal gibidir. Oysa sorunun temelde çözümü eğitim sistemini liberalleştirip dershane sektöründe dönen kaynağı doğru mecrasına yönlendirmek olmalıdır. Çok geniş bir öğrenci kitlesini mevcut okullara yerleştirmek için bir eleme sınavı yadsınmayabilir. … sosyal devlet sorumluluğunu azaltmadan eğitimi merkezilikten arındırıp olabildiğince yerelleştirmek, özerkleştirmek ve özelleştirmek şeklindeki yapısal dönüşümü gerçekleştirmek” gerekir gibi anamalcı küresel sömürünün ezberlerinden oluşuyor. 

Yazar, küreselleşme etkisiyle yerelleşmeye yönelen ülkelerde, üst gelir düzeyindeki grupların yerel yönetimlere hakim olduğunu, eğitimdeki gelişmelerin, düşük ve orta gelir düzeyindeki kesimlerin beklentileri dışında geliştiğini, eşitsizliklerin artmış olduğunu ve yeniden merkezi yapıya dönülmesi tartışmalarının başladığını da görmezden geliyor (bkz. 1996’da İngiltere’de yayımlanan kitap, The reconstruction of education). Türkiye gibi, gelir dağılımı açısından birbiri arasında uçurumlar bulunan yörelerde hele küreselleşmenin “böl parçala yönet” yaklaşımının ayyuka çıktığı bir dönemde yapılacak yerelleşmenin sakıncalarına da hiç değinmiyor. 

Yazar, eğitimin yerelleştirilmesini savunuyor, bununla yetinmiyor özerkleştirilsin diyor. Yazarın sözünü ettiği özerkleştirme düzeyi yükseköğretim değil, okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretim kurumları. Yazar yerelleştirmenin ve özerkleştirmenin bölge bazında mı, il bazında mı olacağına, köylülere kadar inip inmeyeceğine değinmiyor. Yazar, özerkleşmeyi savunurken de, olaya merkezden bakmayı ihmal etmiyor: Mesleki eğitime ağırlık vermenin sınıfsal ve ayrımcı işlevini görmezden gelerek “mesleki eğitime ağırlık verilsin” diyebiliyor. 

Yazar yerelleştirme ve özerkleştirmeyle de yetinmiyor, eğitimin “özelleştirilmesini” istiyor, “parası olan okusun” demeye getiriyor. Türkiye’de nitelikli okullarda okuyanların yüzde 59’unun yurt dışına gittiğini ve de yurt dışına gidenlerin önemli bir bölümünün özel okullarda okuyanların, yani eğitimde var olan özelleştirmelerin nimetlerinden yararlananların(!) oluşturduğunu görmezden geliyor. Özelleştirmeler yoğunlaştıkça, eğitimin dincileştiğini, Asya ve Afrika’da pek çok İslam ülkesinde dinsel öğretimin yaygınlaştığını da yadsıyor (bkz. 1996’da İsveç’te yayımlanan kitap, National forces, globalization and educational restructuring). Yazarın, yerelleşmeyi, özerkleşmeyi ve özelleşmeyi savunanların önemli bir bölümünün, bunu dini cemaatçiliğin yayılmasını istedikleri için savunduklarını bilmesi bekleniyor. Yazarın, Türkiye de de son yıllarda artan özel okul furyasında cemaat okullarının yaygınlaştığını, bakanlığın cemaat okullarına kaynak aktarmak için elinden gelen her şeyi yapmaya çalıştığını bilmesi de gerekiyor. Cemaatlerin, özel okullarında ve özel dershanelerinde okuttuğu ve de özel yurtlarında barındırdığı çocuk ve gençleri “ağabeyler ve ablalar” aracılığıyla dini öğretilerden geçirdiğini de bilmesi gerekiyor. Anlaşıldığı kadarıyla yazar eğitim fakültesinde çalışıyor. Yazarın bu iş sorumluluğu ona, eğitim fakültelerine gelen öğrencilerin önemli bir bölümünün bu “ağabeylerin ve ablaların” öğretilerinden geçen öğrenciler olduğunu; yerelleşmenin, özerkleştirmenin ve özelleştirmenin cemaatleşmeyi ve arkasından da teslimiyetçiliği getirdiğini görme sorumluluğu veriyor. Yazarın bu sorumluluğu üstlenmesi gerekiyor.