Kaotik yaşam

Anayasa, Türkiye Cumhhuriyeti’nin, insan haklarına dayalı laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olduğunu belirtiyor. Bu niteliklerin geçerli olduğu ülkelerde, göreceli olarak çok daha huzurlu ve güvenli bir yaşam olduğu görülüyor. Türkiye gibi, bu niteliklere aldırış edilemeyen ülkelerin ise, tabiri caizse, “burnu b..tan kurtulmuyor.”

Devletin bu niteliklerine özen göstermesi gerekenlerin başında, ülkeyi “hukuk çerçevesinde” yönetmek üzere halktan icazet alan siyasal parti ve üyeleri geliyor. Hatta halktan yetki alanlar, “Anayasaya sadık kalacaklarına namusu ve şerefleri üzerine” ant içiyor. Ancak, halktan yetki alanlar ve anayasaya sadık kalacaklarına yemin edenler, Anayasayı hiçe saydıklarında, kaotik bir yaşama kapı açılmış oluyor.

Muhalefet, iktidardan sonra, devletin insan haklarına dayalı laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olarak çalışması için özen göstermesi gereken ikinci bir güç oluyor. Muhalefetin de bu ilkelere aldırmadığı durumlarda ise, kaotik yaşam pirim yapıyor; kimileri kaotik durumdan kendine pay çıkarmaya çalışıyor.

Hukuk sistemi, devletin, insan haklarına dayalı laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olarak topluma hizmet vermesinin yasal güvencesini oluşturuyor. Bu nedenle hukuk sistemlerine anayasaya karşı tutum ve anlayışta olan partileri kapatma yetkisi bile verilmiş bulunuyor. Devletin bu anayasal niteliğiyle bağdaşmayan oluşumlara karşı hukuksal olarak devleti kollayıp gözetecek olan makam da Cumhuriyet savcılığı oluyor. Bir ülkede, hukuk işlemiyor ya da iktidar için işliyorsa kaos artıyor. Devletin başı durumunda olan kişinin yaptıkları ve söyledikleri, anayasa hukukçularının pek çoğuna göre, anayasa ihlali niteliğinde oluyorsa, kaos daha da artıyor. Cumhuriyet savcıları, bu sıfatı bir etiket olarak taşımanın ötesinde bir şey yapmayıp üç maymunu oynuyorsa, kaos o ülkenin yaşam biçimine dönüşüyor. Kimileri, kendilerini güçlü sandıkları yerlerde kendi hukuklarını uygulamaya başlıyor; kaotik yaşam pekişiyor. Kaotik yaşamın nerelere sürükleneceğini kestirmek  mümkün olmuyor.

Kırıntı şeklinde de olsa, demokratik yaşam deneyimleri ve uygulamaları olan bir toplum, yeteri kadar sağduyuya sahipse, adil ve demokratik seçim yapılabildiğinde, insan haklarına dayalı laik, demokratik ve sosyal hukuk devlet nitelğine aldırmayan siyasetçileri, oylarıyla cezalandırıp kaotik durumdan çıkışın kapısını aralayabiliyor.

İnsanların sağduyusunu güçlendiren süreçlerin başında da, çocuklara okuma, öğrenme, düşünme, sorgulama, eleştirme ve araştırma gibi alşkanlıklar kazandıracak, kısaca kişiyi özgürleştirecek eğitim-öğretim süreçleri geliyor. Tahmin edilebileceği gibi, ırkçı, piyasacı ve/ya da gerici iktidarlar, insanları köleleştirici eğitimi- yeğleyip eğitim-öğretim süreçlerinde kişinin özgürleşmesi yerine, kendisine, toplumuna, doğaya, insanlığa  ve evrensel değerlere yabancılaştıracak içeriğe önem veriyor.

İnsanları sağduyusu, köleleştirici eğitimin yaygın olduğu ülkelerde bile, insan doğası nedeniyle ve tarihsel koşullara bağlı olarak gelişebiliyor. Tarihsel koşulların başında, insanların yaşadığı yörenin kültürel birikim ve zenginlikleri ile yaşam deneyimleri geliyor. Akaların, Frigyalıların, Urartuların, Asurların, Babillerin, Sümerlerin, Perslerin, Greeklerin, Romalıların, Arapların, Bizanslıların, Selçukluların, Osmanlının ve diğer kültürlerin mirasına sahip olan insanın sağduyusunu geliştirme şansı, böylesi mirasa sahip olmayanlara göre kat be kat artıyor.

Öğrenen insan, öğrendiklerini ve aklını kullanan insan sağduyusunu geliştirebiliyor.

İnsanları sağduyusu, kendine (ve dolayısıyla başkalarına) saygı duydukça, kendisini düşündüğü ölçüde  başkalarını da düşündükçe ve başkalarına saygı duymayanları diğerlerinden ayırtedebildiği ölçüde artıyor.

İçtenlikle, “Yurtta barış, dünyada barış” diyebilen insan, bizatihi sağduyulu insan oluyor.

Kendine saygısı olmayanın, iradesini başkalarının iradesine teslim edenlerin, örneğin milletin vekili olmak yerine parti liderinin vekili olanların, başbakan olduğu halde başka bir irade tarafından yönlendirilenin ya da kendi tutumu nedeniyle ortaya çıkan olaylarda yiten canların ailelerine, “Ne mutlu o aileye” diyenlerin, sağduyularını kullanmaları pek mümkün olmuyor.

Kaostan kurtulmak için sağduyuyu aramamak, kullanmak gerekiyor.

[email protected]