III. Milli Kültür Şurası! (2)

Avcı’nın, Kültür Şurası raporunun girizgâhında döktüğü inciler, geçen hafta özetlenenlerle sınırlı kalmıyor. Muhaliflerin bir kısmı ve barış isteyen akademisyenler terörist, bir kısmı da "FETÖ"cülükle suçlanıyor ve bir yıldır, hukuku katleden OHAL kararnameleri çıkarılıyor. AİHM, zorunlu olamaz dese de, Sünni-Hanefi inancının işlendiği din kültürü ve ahlak bilgisi dersi herkese hâlâ zorunlu olarak dayatılıyor. Bakan olarak tüm bu olumsuzluklarda pay sahibi olan Avcı, girizgâhta, “İnsanı esas alarak, … her türlü ayrımcılığı reddederek,  her insanın, her canlının hukukunu koruyarak evimize, dilimize, ülkemize, kültürümüze sahip çıkacağız” diyor. Zeytinlikleri mahvedecek tasarılar peş peşe gündeme getirenler, kuş cennetlerini ve güzelim vadileri acımasızca yok edenler onlar değilmiş gibi, “Yalnız insanın değil, bütün mahlukatın hukukunu korumakla, gözetmekle mükellefiz” diyebiliyor.  

On binlerce öğrenci, asker, öğretmen, memur, …haksız yere tutuklanmış, işinden atılmış, açlık ve sefalet içine itilmiş bulunuyor. İki eğitimci, haksız yere atıldıkları işlerine geri dönmek için açlık grevini sürdürüyor. Yandaş vakıf ve yurtlarda vicdanları sızlatan çocuk istismarları ve çocuk ölümleri yaşanıyor. Bu suçları işleyenlerin üstüne de yeterince gidilmiyor. Bakan olarak bütün bu vicdan sızlatan olaylarda Avcı’nın da sorumluluğu bulunuyor. Ancak OHAL kararnamelerini okumadan imzalayıp hukukun ve insanlığın katledilmesinden etkin rol oynayan ve ölüm orucundaki eğitimcilerin durumuna aldırmayan Avcı raporda, ne demekse, “Dünyanın vicdanı olan Türkiye” diyebiliyor, “Yeryüzünün vicdanı olmak için bugün takdirin üzerinde bir çaba harcayan Türkiye”den söz edebiliyor!

Avcı’nın girizgâhını komisyon raporları izliyor. Hemen her komisyon raporunda, “milli kültür, manevi değerler, ortak kültür” gibi sözcüklerle üstü kapalı bir şekilde din kültürü öne çıkarılıyor.  Bazı raporlarda tam anlaşılamayan öneriler bulunuyor. Örneğin kültür politikaları komisyonu raporunda, “kültürümüzün ekseninin, tarihsel ve kültürel havzalarımızın birikimi göz önünde bulundurularak ulus-devlet kavrayışını aşan bir ufuk ile belirlenmesinin gerekliliği” vurgulanıyor. Bu vurgunun, küresel sömürgenleri tatmin etmek için mi, “milli ve manevi değerlerimiz” gibi sözcüklerle üstü kapalı olarak dile getirilen İslam kültürüne sahip ülkeler mi kastediliyor, bilinmiyor!

Aynı komisyon, “tarihî, kültürel ve çevresel hususiyetleri sebebiyle İstanbul Tarihî Alan Başkanlığı, Söğüt – Bilecik – Bursa Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Tarihî Alan Başkanlığı ve Sarıkamış Savaşları Tarihî Alan Başkanlığı kurularak etkin çalışmaların sağlanması” önerisini getiriyor. Nedense, İzmir, Efes, Sart ve Bergama için ya da Antalya, Alanya, Perge, Aspendos ve Side gibi tarihi ve kültürel yerler için böylesine bir öneri yapılmıyor.

Kültür varlıkları, müzeler ve arkeoloji komisyonunun, “akreditasyon sistemlerinin teşvik edici bir yöntem olarak devreye girmesi” önerisini neden yaptığı da, ülkemizdeki mezar taşlarının nasıl olup da, “Ülkemizin tapu senedi saydığı” da pek anlaşılamıyor.

Sinema , radyo ve televizyon komisyonun, “hem coğrafyamızdaki hem de ülkemizdeki ortak hafızadan ayrışmış, kültürel çatışmalara dönüş” söylemiyle neyi kastettiği de pek anlaşılmıyor. Ancak aynı komisyonun, “ortak kültürel hafızaya sahip ülkelerin de dâhil olduğu İstanbul merkezli bir ‘sinema fonu’ ve ‘sinema enstitüsü’ oluşturularak, ortak filmlerin yapılması” önerisinden daha çok İslam ülkelerinin kastedildiği anlaşılıyor.

Komisyon raporlarında, aşağıda örneklendiği gibi, anlamlı önerilere de yer veriliyor:

  • Fon kaynaklarının dağılımının şeffaf ve tarafsız ilkeler doğrultusunda belirlenmesi ve denetlenebilir olması;
  • Sanat eğitiminin erken yaş döneminde başlanması ve özellikle sanat tarihi dersinin kapsamlı bir şekilde lise eğitim müfredatına dâhil edilmesi;
  • Çocukların eğitime ulaşması konusunda bütün engellerin ortadan kaldırılması, eğitim anlayışının “sınav merkezli” olmaktan çıkarılarak yeniden yapılandırılması.

Diğer komisyonların üstü kapalı bir şekilde söylediklerini, şehir ve kültür komisyonu açık ve net bir şekilde dile getiriyor. Bu komisyon, “bir iktisadi temele dayalı 25-50-100 binlik İslam şehir mimarisine uygun az katlı ve bahçeli meskenlerden oluşan mahalle eksenli yeni şehirler inşa edilmesini ve uygun şartlarda şehirlinin hizmetine sunulmasını” öneriyor!

Benzer açık ve net söylemi, yurtdışı Türkler ve kültür komisyonu da kullanıyor. Bu komisyon da, örneğin, “İslam medeniyetinin birlikte yaşama kültürü bağlamında sahip olduğu zenginlik göz önünde bulundurularak, bu birikimin analiz edilmek suretiyle çağın diline aktarılması ve bu dili kullanarak ilgili ülke özelinde din dersi müfredatlarının hazırlanmasından” söz ediyor. “Din eğitiminin örgün eğitim içinde yer alabilmesi için Müslümanların yurtdışında ‘topluluk/toplum’ olarak hukuki statülerinin kabul edilmesi anlamına gelen Kamu Hukuku Tüzel Kişiliği veya ‘Dinî Cemaat’ statüsü kazanmaları için çalışmaların önünün açılmasını” öneriyor!

Çocuk ve kültür komisyonu, çocuk evlilikleri ile çocukların cinsel istismarına ve inanç istismarına maruz kalmalarını görmezden geliyor. Son yıllarda hazırlanan strateji belgelerini okumadıklarını gösterircesine, Türkiye Kültür Strateji Belgesinin hazırlanmasını öneriyor.

Aile ve kültür komisyonu da, “inancımıza ve medeniyet değerlerimize uygun insan tanımının daima yapılmasını” istiyor. Çocuk evliliğini görmezden gelerek, kızların/kadınların değil de, “ev kadınlığının ve anneliğin itibarının özenle korunmasını” öneriyor. “Küçük çocuğu olan anneler için evden çalışma ve esnek çalışma saatleri konusunda yasal düzenlemeler yapılmasını” istiyor.

Kültür ve turizm bakanlığının müsteşarlığını Ömer Aksoy yapıyor. Bir AKP belediyesinde, Hukuk, Emlak-İstimlak, Kültür, Bilgi İşlem, Yazı İşleri ve İnsan Kaynaklarından sorumlu Başkan Yardımcılığı, Encümen Başkanlığı ve İhale Komisyonu Başkanlığı görevlerini yürütmüş, kültür yayınlarını yönetmiş. Sonra, Ekim 2014 tarihinde Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı görevine atanmış. Eylül 2016’da ise müsteşar olmuş. İşinin ehli olduğu anlaşılan müsteşar ile işinin ehli olduğunu eğitim bakanlığında kanıtlayan Avcı, 21. yüzyıla göre değil de 7. yüzyıla göre şurada tasarladıkları kültürel değişim hakkında, “Dünyanın İyiliği İçin” diyorlar!

Daha ne desinler?

[email protected]