II. Abdülhamit'e onursal doktora!

Üniversiteler zaman zaman, topluma ve insanlığa önemli katkıları olan kişilere onursal doktora unvanı veriyor. Bu onur, kişinin katkıları konusunda hem üniversite camiasının hem de toplumun tatmin olma ölçüsüne bağlı olarak anlam kazanıyor.

Böylesine payeler verilmesi, bizim gibi geri kalmış ülkelerde bazen şirazesinden çıkıyor. 1980’lerde, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin, Pakistan’da bir darbeyle başkan olup şeriat düzenini getiren Ziya-ül Hak’a, İstanbul Üniversitesi’nin de, 12 Eylül 1980 darbecisi Kenan Evren ile NATO Genel Sekreteri Lord Carrington’a onursal doktora unvanı vermeleri, bu işin sulandırılıdığını gösteriyor. Hemen hiçbir gelişmiş ülkede, görevde olan siyasetçilere böylesine payeler verilmezken, bizde, üniversiteler, hem de olur olmaz gerekçelerle, Başbakan’ı onurlandırma yarışına girmiş bulunuyor.

Haydi! Evren’e ve Başbakan’a onursal doktora verilmesini, “İktidarın gücünden ve/ya da, rektörlerin zaten bu siyasetçilerin adamı olmasında kaynaklanıyor” deyip geçiştirmek mümkün. Ancak birkaç gün öncenin, “Karabük Üniversitesi (KBÜ) Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit'e onursal doktora verdi” haberine ne diyelim?

Darülfünun 1876-1908 yılları arasında böyle bir unvan verseydi, “Korkudan” deyip geçerdik! Şimdi ne diyeceğiz?

Haydi Evren anayasanın halk oylamasında, başbakanlar da seçimlerde oy almış insanlar. Abdülhamit’in feraseti ne? Osmanlı sülalesinin erkek çocuğu olması ve ağabeyi Sultan V. Murat’ın delirmesi dışında onu padişah yapacak ne meziyeti var?

Amcası Abdülaziz'in 1876'da tahttan indirilmesi ve şüpheli koşullarda ölümü üzerine ağabeyi V. Murat tahta çıkarılıyor. Üç ay sonra Ağustos ayında, ruhsal çöküntü geçirdiği iddiasıyla V. Murat tahttan indirilip Çırağan Sarayı'na hapsedilince, Abdülhamit padişah yapılıyor. Abdülhamit, bu saltanat değişikliklerinin mimarı olan Mithat Paşa'yı sadrazam yapıyor ve tahta geçmeden ona verdiği söz uyarınca Aralık’ta ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasi'yi ilan edip 19 Mart 1877'de Meclis-i Mebusan’ı açıyor. Kanun-ı Esasi'nin 113. maddesiyle kendisine tanınan "idari sürgün yetkisi"ni kullanarak, daha meclis toplanmadan Mithat Paşa'yı sürgüne yollayıp boğdurtuyor! Şubat 1878'de de bu meclisi kapatıyor!

Padişahlığı sırasında, “93 Harbi” (1887) yaşanıyor: Ruslar doğuda Erzurum’a ve batıda da Yeşilköy’e kadar geliyor. Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Romanya elden çıkıyor Kars, Ardahan, Batum ve Doğubeyazıt Rusya'ya veriliyor Teselya Yunanistan'a bırakılıyor!

Doğuda Ermeni isyanı çıkınca Kürt aşiret reisleri Hamidiye Alayları adı altında milis birlikleri halinde örgütleniyor. Ermeni isyanlarındaki katılığı nedeniyle, Batı ona “Kızıl Sultan” demeye başlıyor Fransa’da Abdülhamid'i "Ermeni Kasabı" olarak niteleyen bir karikatür yayımlanıyor.

1897 yılında yapılan savaşlar sonunda Osmanlı askeri Atina’yı işgal etmiş olsa da, yapılan barış ile Yunanistan kaybettiği toprakları geri aldığı gibi, Girit de özerkliğini elde ediyor!

1880 yılında Yıldız İstihbarat Teşkilatını kuruyor. Yönetim anlayışı ve Abdülhamid’in hafiyelerinin ihbar ettiği muhalifleri zindana atma ya da (genelde gidip de dönmemek üzere) Libya’ya, Yemen’e sürgüne gönderme gibi uygulamaları nedeniyle, Abdülahmit dönemine "Devr-i İstibdâd" (İstibdat Dönemi) adı veriliyor.

Osmanlı donanması haliç dışına çıkmayıp çürürken Kıbrıs’ın yönetimi İngilizlere devredip günümüzün Kıbrıs sorununu yaratmış oluyor. 93 harbinde demiryolu olmadığı için zamanında doğuya asker sevkiyatı yapılamamasının acısının ayrımına varamıyor, Avrupanın petrol için ve ticaret için yapımını üstlendiği Bağdat ve Hicaz demiryolu inşaatlarına izin veriyor. Avrupanın Ortadoğuyu sömürmesine ve de Sarıkamış faciasına kapı açmış oluyor.

Bırakalım Abdülhamit’in ne yaptığını, Cumhuriyet rejiminde “üniversitede” bir padişaha onursal doktora unvanı verilmesi, ya rejimin Cumhuriyet ya da doktora veren kurumun üniversite olmadığını gösteriyor.

AKP’nin, Türk-İslam sentezini parasalcı-İslam sentezine dönüştüdüğü biliniyor. Son yıllarada Türkiye’de olup bitenlere bakınca, parasalcı sömürünün dış odaklarca, İslami sömürünün de AKP tarafından tezgahlandığını söylemek yanlış olmuyor. Bu unvanın da, bir üniversitenin Umre ziyareti düzenlemesi, AKP’nin bir yetkilisinin Vahdettin’i masum göstermesi gibi, İslami sömürü sürecinin bir halkası olduğu anlaşılıyor. İçki yasağının konması ve Hilafeti getirip on binlerce Aleviyi katleden bir sultan adının üçüncü Boğaz köprüsüne verilmesi de, İslami sömürüye eklenen (şimdilik) son halkaları oluşturuyor.

[email protected]