Hukuk, arkasından dolanılacak bir şey mi?

Türkiye, Anayasası’na göre, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir. Geçerli olan hukuk anlayışına göre, Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay ve Danıştay gibi üst yargı organlarının kararları, hem içtihat oluşturmakta hem de yürütmeyi bağlayıcı nitelik taşımaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları ise, bizim gibi tüm üye ülkelerin üst yargı organlarının kararlarını bile bağlayıcı niteliktedir. Türkiye hukuk sisteminde, sorgulama, soruşturma, delil toplama, göz altına alma, tutuklama ve yargılama gibi adli süreçlerde kimin nasıl davranması gerektiği de açık ve net bir biçimde ortaya konmuş bulunmaktadır.

Ancak son yıllarda hukuk alanında yaşanan hukuksuzluklar, insana, “Hukuk, arkasından dolanılacak bir şey mi? Hukuk mu, intikam mı? Hukuk mu, guguk mu?” ve benzeri sorular sorduruyor. Balyoz davasından 28 Şubat’a kadar, üniversitelerdeki öğrenci gösterilerinden Gezi Parkı eylemlerine kadar, yargıyla ilişkili hemen her konu, bu tür soruların sorulmasına neden oluyor.

Hukuksuzluğun bir örneği, türban konusunda da yaşanıyor.

AYM’nin, geçmişte okullara türbanla gidilmesinin önünü açan tüm yasal girişimleri, Anayasa’ya aykırı bularak durdurduğu biliniyor. Bilindiği gibi Anayasa değişmediği sürece, AYM’nin bu yöndeki kararları geçerliğini koruyor. Danıştay’ın da, türbana serbestlik getiren yönetmelik değişikliklerini iptal ettiği biliniyor. Danıştay’ın türban konusunda, “Anayasa’ya aykırılığı saptanmış olan, boyun ve saçların başörtüsü ve türbanla kapatılmasının, kılık kıyafet serbestisi dışında olduğuna” dair kararları da bulunuyor. Danıştay’ın bu yönde bir kararı üzerine Başbakan’ın, “Bu konuda siz değil, ulema karar verir” deyişi/tepkisi hâlâ akıllardan çıkmıyor. Açılan bir dava üzerine AİHM, 29 Haziran 2004 tarihinde, Türkiye’de üniversiteye türbanlı girişin yasaklanmasının hukuka uygun olduğu kararını veriyor. Anayasa değişmedikçe AİHM’nin bu kararı, Türkiye yargı sistemini bağlayıcı bir karar oluyor.

AKP, AKP’ye acil yardım partisi gibi işlev gören MHP’nin desteğiyle, Anayasa'nın giysi konusuyla ilişkili 10 ve 42. maddelerini değiştirip 42. maddeye, “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğretim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez” kuralını ekliyor. Ancak AYM, 5 Mayıs 2008 tarihli kararında, bu değişikliği Anayasa’ya aykırı bularak iptal ediyor.

Yukarıda özetlenen yasal gerçekler ve gelişmeler, Danıştay, AYM ve AİHM kararları çerçevesinde, Anayasa değişikliği olmadığı sürece, hukuken ve fiilen okullara türbanla girilmesi yasağının devam ettiği anlamına geliyor.

Hal böyleyken ve üstelik Ege Üniversitesi’nin 23 Mart 2011 tarihinde fakültelere gönderdiği ‘türban yasaktır’ talimatı ve duvarlara astığı uyarı yazıları geçerliğini korurken, Prof. Dr. Rennan Pekünlü, dersine türbanla girilmesine izin vermiyor. Bir öğrenci bu profesörü şikayet edince, rektörlük, gönderdiği talimatı birden unutuveriyor. Rektörlük, talimatına sahip çıksa ya da “Türbanlı öğrenci derse girebilir” şeklinde bir yazı gönderse, olay kapanacakken rektör/ üniversite yönetimi, AKP’lileştiği için mi nedir, bu yolu seçmiyor! Var olan yasal duruma da aldırmayıp profesörün yargılanmasına izin veriyor!

Bu hukuksuz yargılamaya AKP’lileşen YÖK de, türban karşıtı kararları olan (ve son yıllarda AKP’nin kadrolaştığı) Danıştay da izin veriyor!

Rektörlük, yargılama sürecinde savcılığa, 23 Mart tarihli yazısını yok sayarak, “Üniversite yetkili kurullarınca öğrenciler hakkında türbanlı bir şekilde üniversite içine girme ya da derslere katılma yasağına yönelik alınan herhangi bir karar bulunmamaktadır” şeklinde bir yazı da gönderebiliyor!

Danıştay, AYM ve AİHM kararlarına göre türbanlı okumak yasak olduğu halde, İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi, bu davayı reddetmiyor. Tesine, hem de fiziki müdahale olmayan bu olayı, Türk Ceza Yasası’nın 112. maddesinin “Cebir ya da tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışa” dayalı bir olay olarak yorumlayıp (bir başka hukuksuzluk yaparak) profesöre 2 yıl 1 ay hapis cezası veriyor! Üstelik mahkeme bu maddeye dayalı olarak üst sınırdan ceza veriyor cezanın “ertelenmesinin” ya da “hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının” da önünü kesiyor! Karar, 1’e karşı 4 üyenin oyuyla alınıyor. O tek oyu veren üye, karşı oy gerekçesinde, sanığın suçu işlediği tarihlerde Danıştay’ın, AYM’nin ve AİHM’nin konuyla ilgili kararlarının yürürlükte olduğunu savunduğu halde, karar değişmiyor! Üstelik bu üye, gerekçesinde, yasağın devam ettiği yönünde ilgili üniversite rektörlüğünün, fakülte dekanlıkları ile yüksekokullara gönderdiği 23 Mart 2011 tarihli yazısının bulunduğunu da belirtiyor. Anlaşılan mahkeme, bile bile karar veriyor!

Anlaşılmaz/anlaşılır bir biçimde, Yargıtay 4. Ceza Dairesi de, mahkemenin kararını onaylıyor!

Bir önceki YÖK başkanı Özcan, katsayı konusundaki kararları (kadrolaşma öncesindeki) Danıştay tarafından iptal edilince, “Hazırlıklarımız var, hukukun arkasından dolanacağız” açıklamasıyla ünlenmişti. Geçen aylarda, (Anayasa değişikliği ile yapısı değişen yeni) AYM de, pek çok maddesi açıkça Anayasa’ya aykırı olan ve geçmişte iptal ettiği maddelere benzeyen 4+4+4 yasasının hiçbir maddesini Anayasa’ya aykırı bulmamıştı! Anlaşılan Özcan’ın söylemi giderek gerçeğe dönüşüyor: Yargı organları bile hukukun arkasından dolanmayı yeğliyor.