Hakimiyet milletindir!

Bilindiği gibi “egemenliğin kayıtsız şartsız ulusundur” ilkesi/anlayışı, Türkiye Cumhuriyet’inin özünü oluşturuyor.  Ancak Cumhuriyet rejimi, kendi düşmanlarını da üretmiş bulunuyor. Türkiye’de Cumhuriyet rejimini benimsemeyenler, nedense egemenlik anlayışını da benimsemiyorlar, egemenlik yerine hakimiyet demeyi de yeğliyorlar.

Geçmişte kendilerine göre fırsatını bulduklarında, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ koskoca bir yalan! Hakimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır, Allah’ın” diyenler, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra, neredeyse bütün köprülere, reklam panolarına ”Hakimiyet Milletindir” afişlerini astılar. 

Hakimiyetin halkta olduğu düşüncesi, aklını kullananların, tarihsel süreçte yaşanan nice acıların ve kıyımlardan ders alanların, bilimsel bulgularla pek çok alanda doğayı kontrol etmeyi öğrenenlerin ve insana değer verenlerin ürettikleri çağdaş ve evrensel bir anlayış. Laiklik de bu anlayışın temel taşı. Çünkü laik kişi, Cezayirli Prof. L. Abdi’nin açıklamasına göre, “bireyin egemenliğinin, yani bireyin kendini yönetebileceğinin farkına”  varması demek. Birey kendini yönetebildiği ölçüde de halk egemenliği gerçekleşiyor.

İktidarın “Hakimiyet halkındır “ afişlerini asmaları, fikir değiştirdiklerinden mi kaynaklanıyor, halkın gözünü boyayıp darbe sarsıntısını atlatmak için mi kullanıyorlar, tam bilinmiyor. Afişte kastedilen “millet”in, tüm toplum mu, yoksa yalnız AKP’ye oy verenler mi, olduğu bile bilinmiyor.

Günlük yaşamda olup bitenler, bu bilinmezliği daha da bilinmez hale getiriyor.

Örneğin toplumda giderek artan bir hayranlık ve yaygınlaşan bir uygulama var. Osmanlı hayranları,  II Abdülhamit hayranları ve padişahlık isteyenler giderek artarken, tekbir getirerek eylem yapılması da giderek yaygınlaşıyor. Bu kesimler halk egemenliğinin ayrımında mıdır, ayrımında olabilirler mi? Bilinmiyor! Yargıçlar Sendikası Başkanı, “Yargıya alımlarda yine tarikatların tercih edildiğini” söylüyor. Tarikatçı yargıçlar halk egemenliğinin güvencesi olabilir mi? Tarikat mensupları ile halk egemenliği sağlanır mı? Bilinmiyor! Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, “Başbakan'a, Cumhurbaşkanı'na ve bakanlara bir şey olmamasını, onların ‘doğrudan Allah'ın himayesinde’ olmasından kaynaklandığını” söylemiş! Kaçıncı kez seçilerek başkan olmuş bu kişi, halkın egemenliğinin ayrımında mıdır? Bilinmiyor!

Bilinmeyenler uzayıp gitse de, bilinen durumlar da var. Dindarlar, diğer inançlara saygılı olduklarında, kendi inançlarını toplumsal yaşama dayatmadıklarında, bireyin kendini yönetebileceğinin ayrımına vardığında laik oluyorlar. Hangi inançta olurlarsa olsunlar laik olan yüz milyonlarca dindarın da, hem kendini yönetebileceğinin, hem başkalarının da, kendilerini yönetebileceklerinin ayrımında olup halk egemenliğini benimsedikleri biliniyor. 

Halkın oylarıyla milletvekili olanların ve iktidara gelenlerin içinde, halkın (oy vererek kullandığı) hakimiyetinin de farkında olanların varlığı da biliniyor.

Bu söylemi/afişleri kullananlar, halk hakimiyetine inansalar da, inanmasalar da, mecliste bulunan her partide, egemenliğin halkta olduğunu benimseyenler bulunuyor. Moda olduğu ya da birileri öyle istediği için “Hakimiyet Allah’ındır” diyenler içinde bile, toplumsal yaşamın mecliste kabul edilen yasalarla yürütülmesi gereğini benimseyenler bulunuyor.  

Tabii egemenliğin halkta olduğunu benimsemek, bu egemenliğin kişinin kendi egemenliğinden kaynaklandığının bilincinde olmayı da gerektiriyor.

Bu noktada insanın aklına bir soru geliyor: Kendi egemenliğinin ayrımında olan bir milletvekili, kendi egemenliğini yadsıyıp, “Ben egemenliğimi kullanmak istemiyorum” ya da “Ben egemenliğimden vaz geçtim; Egemenlik benim neyime, yasayı da sen yap denetimi de, doğruya da sen karar ver yanlışa da, benim geleceğime de sen karar ver, ülkenin geleceğine de” gibilerinden düşünür mü? Egemenliğini bir kişinin iki dudağı arasına bırakır mı?

Başkanlık sistemine, “He” der mi?

[email protected]