Giderek Anlamını Yitiren Gün: Öğretmenler Günü!

Sayıları üç yüz bini aşan öğretmen adaylarının ataması yapılmıyor.

Yüz bine yakın öğretmen, kadrolu yapılmayıp “ücretli” olarak çalıştırılıyor.

Çalışan öğretmenden, öğretmenlik onuruyla bağdaşmayan işler isteniyor.

Öğretmen, batı ülkelerindeki öğretmenlere göre daha çok çalışıp çok daha az maaş alıyor. Öğretmenin aylık geliri açlık sınırını aşamıyor.

Bunlar yetmiyor, YÖK’ün önüne gelene öğretmenlik sertifikası verilmesini kararlaştırdığı günlerde eğitime bakan bayan, herkesle alay edercesine, “Öğretmenlik bir kariyerlik mesleği haline geldi” diyebiliyor.

Tüm bu olumsuzluklar içinde dahi, “öğretmen” bulduğunuzda öğretmenler gününü kutlamak mümkün de, ya ortalıkta “öğretmen” kalmıyorsa!

Türk Dil Kurumu’na göre “hoca” sözcüğünün üç anlamı bulunuyor: 1) Eskiden medresede yetişip sarık saran, cüppe giyen din adamı. 2) Din hizmetlerinde görevli kimse. 3) Öğretmen. Bu üçüncü anlam, hoca’ya cumhuriyet döneminde ekleniyor. Hoca, İslam dini ile ilgili öğretilerde bulunan kişi. Osmanlıda 1800’lerin ortalarına kadar ders verenler, genelde ya medresede okumuş kimseler ya da medreseye gitmeden imam olanlar. Osmanlı hocadan farklı bir öğretici aramaya başladığında öğretmen okulunu (muallim mektebini) açıyor. Açtığı okula hoca okulu demiyor. Çünkü Osmanlının “eğitim için” aradığı ve istediği kişi artık hoca değil, öğretmen.

Öğretmen, hocadan farklı olup işi gücü evrensel ve bilimsel bilgiyle uğraşmak olan kişiye deniyor. Hoca, İslam dinini ve Allah korkusunu öğreten kişiyi betimlerken, öğretmen, Müslümanlar dahil her inanç sahibinin işine yarayabilecek ve dünyanın her yerinde geçerli olan bilimsel bilgiyi öğretmeğe çalışan kişiyi betimliyor. Hocanın işi gücü tartışılmazlarla ve değişmezlerle ilgiliyken öğretmenin işi gücü ise tartışılabilenlerle ve değişebilenlerle hocanın işi inanmayla, öğretmenin işi ise düşünmeyle, tartışmayla, eleştirmeyle, karşı çıkmakla ve aklı öne çıkarmakla ilgili oluyor. Hocalık, Allah ve cehennem korkularıyla itaati pekiştiriyor, öğretmenlik ise kişiyi ve dolayısıyla toplumu geliştiriyor.

Gelişen ve bilinçli bir topluma sahip olmak isteyenler öğretmenliği, itaatkar bir toplum isteyenler de hocalığı öne çıkarıyor.

Bilindiği gibi, cumhuriyetle birlikte, hocalardan değil de öğretmenlerden “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” (FHVHİH) nesilleri yetiştirmesi isteniyor. Çünkü bu anlayıştaki gençler, kendilerini gerçekleştirebiliyorlar, toplumunu seven yurttaş oluyorlar ve insan haklarına da sahip çıkabiliyorlar.

Cumhuriyet rejiminin istediği nitelikte öğretmen yetiştirilmesi zaman alıyor. Bunun yolu yöntemi yıllar içinde bilimsel yolla çözülüyor. Bu bilimsel yol, orta öğretmen okulunun 1930’larda Gazi Eğitim Enstitüsü’ne dönüştürülüp eğitim (pedagoji) bölümünün kurulmasıyla açılıyor. Bu yeni bölümle başlayan süreç sonunda, bilişsel, devinimsel ve duyuşsal gelişimleri sağlanmış FHVHİH öğretmen adaylarının cumhuriyetin istediği nesilleri yetiştirecek öğretmen olacakları görülüyor. 1940, 1950 ve 1960’lı yıllarda genellikle ilkokul mezunu yoksul çocukların ilk öğretmen okullarına ve oradan da eğitim enstitüleri ile yüksek öğretmen oklularına alınmaları, öğretmen adaylarının FHVHİH anlayışta olmalarını ve bu yönde yetiştirilmelerini kolaylaştırıyor.

Kifayetsiz muhteris siyasetçilerin tepkileri de bu tür öğretmenlere karşı oluyor. Çok partili ilk meclis, bu nedenle, Boran, Boratav ve Berkes gibi öğretim üyelerinin kadrolarını iptal ederek onları üniversiteden uzaklaştırıyor. FHVHİH anlayışındaki öğretmenler bu tarihten itibaren artan bir biçimde siyasal iktidarlar tarafından benimsenmiyor ve sevilmiyor. Menderesin çavuş çıkardığı da, Demirel’in üzerlerine milliyetçileri saldırttığı öğretmenler de bu öğretmenler. Tutucu iktidarlara karşı 1950’lerde yeniden örgütlenmeye başlayanlar da, 1960’larda TÖS’ü kuranlar da, 1971’de TÖS kapatılınca TÖBDER’i ve 1980’de TÖBDER kapatılınca önce EĞİTDER’i ve sonradan da Eğitim-iş ve Eğitim Sen’i kuranlar da genelde bu öğretmenler.

28 Nisan 1960’da iktidara dur diyenler, 1960’larda 19 Mayıs günlerinde bağımsızlık yürüyüşü başlatanlar, emperyalizme karşı çıkan 1968 ve 1978 üniversite gençliği ise FHVHİH anlayışta yetişmiş cumhuriyet gençleri. O yıllarda öğrenim gören gençler, kadın ise başörtüsünü atan da, Osmanlıya hayran olmayıp cumhuriyeti benimseyen de, hurafeleri dışlayıp dünyaya bilimsel gözle bakan da, içi insan sevgisiyle dolan da, “paraya” değil de eşitliğe ve özgürlüğe önem veren de FHVHİH gençler.

Demirel, FHVHİH anlayışına tahammül edemediği için 1960 sonlarından itibaren bu öğretmen ve öğrencilere karşı sağcı yapılanmaları kurdurup destekliyor. Bu nedenle, 1970’lerden itibaren ortaokul ve lise mezunlarının öğretmen yetiştiren okullara alınarak öğretmen tabanı yoksul kesimden orta sınıfa kaydırılıyor. Bu nedenle, öğretmen okulları iktidarın siyasal sultası altına sokuluyor. Öğretmen yetiştiren okullardaki yozlaşma, öğretmen adayının bilişsel, devinimsel ve duyuşsal gelişimini de engelliyor. Siyasi ve iktisadi gelişmeler anamalcı sistemle eklemlendikçe, FHVHİH anlayışı da gözden düşüyor. Bu yıllarda yapılan 12 Eylül 1980 darbesi, her şeyi netleştiriyor. Cumhuriyetmiş, cumhuriyetin temel ilkeleri ve gereksinimleriymiş, onlara vız geliyor. Darbeciler ve yandaşları açıkça, gençlerin FHVHİH olarak değil de Türk-İslam sentezi anlayışında yetiştirilmesini benimsiyor. Eğitim fakülteleri ve üniversiteler bu doğrultuda yapılandırılıyor.

Toplum, 1980 ortalarından itibaren, 1940-1970 yılları arasında yetişmiş öğretmenleri, “Ah! Nerede o eski öğretmenler” diyerek aramaya başlıyor. Bu arayış, bugün de, artarak devam ediyor.

Demirel’in 1960’ların ikinci yarısında başlattığı ve 12 Eylül darbesinin kolaylaştırıp hızlandırdığı sürecin bugün sonuçlarını verdiği belli oluyor. Geçmişte azınlıkta olan Türk-İslam sentezi anlayışının bugün yaygınlaştığı ve öğretmen örgütlerinde çoğunluğa sahip olduğu görülüyor. Bu sentezi benimseyenler, “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” anlayışını benimseyemedikleri gibi, cumhuriyetin temel ilkelerini de benimseyemiyor.

Bugün, eğitim-öğretim etkinliklerini yönlendiren kişilere baktığınızda gördüğünüz kişinin öğretmenliğe ya da hocalığa yakın olması, sizin öğretmenler gününü kutlama duygunuzu ve coşkunuzu da belirliyor, kaygılarınızı da!

Cumhuriyet döneminde ve imam hatip okullarıyla hocanın öğretmene dönüşümü beklenirken öğretmenin hocalaşması, öğretmenler gününün anlamını da yok ediyor.