ERG’nin eğitimi izleme raporu (II)

Geçen hafta değinilen Eğitim Reformu Girişimi (ERG) raporunun ‘Öğrenciler ve Eğitime Erişim’ adlı bölümünde, açıköğretim lisesine giden öğrencilerin ortaöğretim öğrencilerine oranının yüzde 24,5 olduğu, ortaöğretim kurumlarında en yüksek devamsızlık oranının mesleki ve teknik Anadolu liselerinde bulunduğu belirtiliyor. Ancak bu olumsuz durumlar hakkında bir yorum yapılmıyor.

Raporda, bakanlığın açıkladığı özel öğretimin payını artırma hedefi gibi hedefler irdelenmeyip “eğitim-öğretime adil şartlarda erişilmesini sağlamak’ amacı bağlamında değerlendirildiğinde özellikle özel öğretimin payının artırılmasının eşitlikle ilişkisini daha iyi gerekçelendirmek iyi olacaktır” (s.47) deniyor! Doğrusu insan özel öğretimin payının artırılmasıyla eşitliğin nasıl sağlanacağını da, hangi gerekçeyle toplumun kandırılabileceğini de merak ediyor.

Raporda, “Eğitimden ayrılma oranının yıllar içinde değişimine baktığımızda, 2007’den beri bu oranda düşüş olduğu görülüyor. En yüksek eğitimden erken ayrılma oranı %46,9 ile 2007 yılında, en düşük ise yüzde 32,5 ile 2017 yılında görülüyor” (s.56) denerek yine olumlu bir izlenim yaratılıyor. Oysa 2012’de 4+4+4 yasasıyla 12 yıllık zorunlu eğitime geçildiği ve bu uygulamanın başlamasından beş yıl sonrasında bile eğitimden ayrılmaların bu denli yüksek olması, işlerin istenildiği gibi gitmediğini gösteriyor.

Raporun ‘Öğretmenler’ adlı bölümünde, sözleşmeli öğretmen istihdamının giderek çoğaldığı ve “2016 yılına ilişkin veriye göre Türkiye’de atama bekleyen toplam öğretmen sayısı 438.134 ve Eylül 2018 itibarıyla öğretmen açığının ise 117.403” olduğu açıklanıyor. “OECD tarafından paylaşılan 2017 verilerine göre, Türkiye, OECD ülkeleri içinde öğretmenlerin başlangıç maaşları ile mesleklerinin ileriki yıllarında alabilecekleri en yüksek maaş arasındaki farkın en az olduğu ülkeler arasında” (s.72) olduğu belirtiliyor.

Raporda, "‘Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi’ne (ÖABT) giren adaylar içinde fen-edebiyat fakültesi mezunları özellikle belirli branşlarda geniş yer” (s.77)  tuttuğu bilgisi veriliyor. Bu durumun “YÖK tarafından belirlenen kontenjanların kaldırılmasına ve kontenjan kararının üniversitelere bırakılması” sonucunda olduğuna dikkat çekiliyor. Ancak raporda, “fen-edebiyat fakültesi mezunlarının formasyon eğitimi yoluyla öğretmen olabilmeleri başlı başına bir tartışma ve inceleme konusudur” dense de, bu uygulamaya son verilsin demek yerine, “hizmet öncesi eğitimle ilgili düzenlemelerin yalnızca eğitim fakültelerine odaklanması eksiklik olacaktır” yorumu yapılıyor!

Raporda, okul yöneticilerinin yüzde 90 kadarı ile öğretmenlerin çoğunluğunun laik ve bilimsel eğitime mesafeli sendikalara üye oldukları gerçeğine değinilmiyor.

Raporun ‘Eğitimin İçeriği’ adlı bölümünde, “Eğitim politikasının nasıl bir birey, toplum ve dünya anlayışıyla ele alındığını gösteren öğretim programlarının, eğitimin tasarlanan ve tanımlanan amaçlarını gerçekleştirmek gibi yaşamsal bir önemi vardır” (s.103) deniyor. Ancak raporda, eğitim politikasının nasıl bir birey, toplum ve dünya anlayışıyla ele alındığı, hiçbir biçimde irdelenmiyor. Bu bölümde, “öncelikle geçtiğimiz eğitim-öğretim yılının en tartışmalı konularından olan ‘güncellenmiş’ öğretim programlarının sınıf içindeki uygulamasına yönelik öğretmen görüşlerinin” ele alındığı açıklanıyor. Raporda, öğretim programlarının laikliği ve bilimselliği gibi yaşamsal konuların değil de sınıf içi uygulamalarına seçilmesi, raporun sakıncasız piyadeliği yeğlediğini gösteriyor. Çünkü öğretmen görüşlerini elde etmek için kullanılacak sormaca/anket soruları bakanlığın denetiminden geçtiği için bakanlığı rahatsız edecek soruların yer alması imkansız oluyor. Bakanlığı rahatsız edecek soru olmayınca, uygulamaların olumsuzlukları da ortaya çıkmıyor ve “Güncellenen öğretim programlarında Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi’ne uygun biçimde olduğu paylaşılan 12 temel yeterliğin” belirlendiği açıklanıyor. ERG de,  değerlendirme işlevini yerine getirmiş oluyor!!! Oysa ERG, Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi’nin AB’nin beklentisini karşılayacak bir formaliteden başka bir şey olmadığını da, laiklik, bilimsellik, barışseverlik, insan hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konularla ilişkisi bulunmadığını da yakından biliyor.

Yandaş olmayan yayın organlarında, ders kitaplarındaki yanlışlıklar, gerçeği saptıran ifadelerle yandaş siyasal bilgilerin bulunduğu dile getiriliyor. Ancak ERG raporunda, nasıl oluyorsa, “Ders kitaplarına ilişkin olarak genel kanı yeterli oldukları, ancak kitapların baskı kalitesi ve görsel unsurları gibi niteliklerinin geliştirilmesi gerektiğidir” (s.108) deniyor. Üstelik raporun daha sonraki sayfalarında, bu ifadeyle çelişen, “MEB, yaptığı açıklamada kamuoyunun kitaplara ilişkin 16 hata bulduğunu, TTKB’nin ise 1.522 onaylı kitaba yapılan taramada 32.900 hata saptadığını paylaştı. Hataların tashih, anlatım bozukluğu, bilimsel bilgi yanlışı ya da terör örgütleriyle ilgili olduğu belirtildi. Terör örgütünü destekleyen içeriğe sahip olduğu gerekçesiyle 57 kitap tamamen iptal edildi” (s.112) bilgisi veriliyor.  Raporda, C. Aratemur Çimen ile S. Bayhan’ın 2018de gerçekleştirdikleri, ‘Değişen Ders Kitaplarında Sekülerizm ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Araştırması’na değiniliyor. Raporda bu araştırmayla ilgili olarak, “yenilenen ders kitaplarında, kadın görünürlüğünün ve seküler öğelerin daha az yer aldığı, … kitaplardaki metin ve göstergelerin daha cinsiyetçi bir yaklaşımla hazırlanmış olduğu sonucuna varıldığının altı çiziliyor” (s.113) deniyor.

Raporda, yabancı dil uygulamalarının “ülke geneline yayılması durumunda yaklaşık 40.000 öğretmene ihtiyaç olacağı” (s.114) açıklanıyor. Ancak raporda, ülke geneline yayılamamış bu yabancı dil dersinden liseye ve üniversiteye giriş sınavlarında soru sorulmaması gerektiğine değinilmiyor. Raporda bakanlığın neredeyse her gün bir gerici kuruluşla yaptığı protokollerin de, okullardan gelen gerici uygulamaların da esamesi bile okunmuyor.

Raporun sonsöz kısmı da ilginç.  Sonsöz, bir vakıf üniversitesinin uluslararası ilişkiler bölümü başkan vekili tarafından yazılmış. Sonsöz de, raporun içeriğiyle pek ilişkili olmamış. Sonsözde, çok önemli olsa da 190 sayfalık raporda ancak 1,5 sayfa kadar ve yüzeysel olarak işlenen ötekileştirme konusunda yaptıkları bir araştırmanın sonuçları özetleniyor. Araştırma çerçevesinde görüşülen gençlerin, %90’ınının “kızının” öteki gruptan biriyle evlilik yapmasını, yüzde 84’ünün çocuklarının o gruptan birisinin çocuklarıyla arkadaşlık etmesini ve yüzde 80’inin de ötekilerin komşu olmasını kabul etmediği belirtiliyor. Ötekileşme üzerinde ailenin, eğitim sisteminin ve siyasal katılımın ötekileştirme üzerinde etkili olduğunu açıklanıyor. Ancak iktidarın uygulamalarının ve yetkililerle yandaşlarının söylemlerinin ötekileştirici niteliğinde hiç söz edilmiyor. “Ezberci, tektipçi, totaliter bir eğitim sisteminin ötekileştirme mekanizmalarının yerleşmesini sağladığını” ve “insanların farklılıklarındansa ortaklıklarını vurgulayan ‘hümanist’ bir müfredatın” ötekileştirmeyi önleyebileceğine değiniliyor. 

Raporda, genelde doğrudan eleştiri yapılmayıp başkalarının araştırmaları ya da sözleri üzerinden eleştirel ifadelere yer veriliyor. Yönetişim anlayışını öne çıkarıp sistemin paydaşıymışçasına yazılan bu raporun, paydaşlıkla yandaşlık arasında gidip geldiği görülüyor.

[email protected]