Eğitim ve etik! (IV)

Türkiye Özel Okullar Derneği, 30 Ocak-1 Şubat 2019 tarihlerinde gerçekleştirdiği “eğitim ve etik” sempozyumundaki konuşmaları, aynı adı taşıyan bir kitap olarak yayımlamış. 

Bu kitapta, dernek başkanı ve bakanın konuşmaları dışında, 27 kişinin konuşmaları yer alıyor. Konuşmacılar arasında 4 yabancı ve 16 akademisyen bulunuyor.  

Bu kitapta, bakan Selçuk’un konuşmasından sonra, yıllardır YÖK üyeliği yapıp şu anda eğitim bakanı yardımcısı olan Prof. Dr. Mustafa Safran’ın konuşması yer alıyor. Safran’ın sık sık “Sayın Bakanımız da bahsetmiştir” demesinden, bakanın konuşmasını dinlemediği belli oluyor. Safran bir yerde eğitimle ilişkili olarak, “Biz özellikle bilgileri, muhakemeyi, merhameti, muhabbeti, müsamaha ve vicdanı bir tarafa bıraktık” (s.39) diyor! Geçmişi mi kastediyor, bir şekilde yıllardır sorumlulukta pay sahibi olduğu günümüz eğitim sistemini mi kastediyor, belli olmuyor. Bu arada amaçlarının, “Çocuklara özellikle geçmiş sevgisi aşılamak, gelecek fikri vermek, yüksek idealler kazandırmak, hayaller kurdurmak ve icat çıkarmaya sevk etmek” (s. 39) olduğunu açıklıyor. Ancak Safran’ın da pay sahibi olduğu ilk-orta ve yükseköğretimdeki uygulamalar, bu açıklamayla örtüşmüyor. Çünkü Safran’ın açıkladığı amacın "geçmiş sevgisi aşılamak" kısmı çocuklara Osmanlı, hilafet, padişah ve Arapça hayranlığı kazandırılarak gerçekleştiriliyor. Ancak “gelecek fikri vermek, yüksek idealler kazandırmak, hayaller kurdurmak ve icat çıkarmaya sevk etmek” amacı yerine, bir inanç dayatılarak çocukların geleceği karartılıyor. Bu durum Safran’ın konuşmasında da etik sorunu olduğunu gösteriyor. 

Diğer konuşmacılar eğim ve etik konusunu değişik açılardan ele almışlar. Örneğin bir profesör, “Eğitimin temel değeri ‘insanı ve insanlığı’ yüceltmektir” ve “Okul ‘etik değerleri sadece öğreten değil yaşatan bir yer olmalıdır’” (s.25) diyor. Pek çok konuya değinip “En genel anlamda etik, insan tutum ve davranışlarının doğru-yanlış, iyi-kötü açısından değerlendirilmesidir. Etik, bir şeyin doğru ve iyi olduğu hükmüne nasıl varılacağı konusunda kılavuzluk eden değer, ilke, kural, standartlar bütünüdür” (s.26) açıklamasını yapıyor. 

Bir emekli profesör, “… ahlakın inanç sistemlerinden, yani dinlerden gelen ve kişilerin uyması istenen ilkeler ve bu ilkelerden üretilmiş kurallar” olarak ve etiği de, “… insanların topluca yaşam deneyimleri arasında ürettikleri, karşılıklı ilişkileri düzenleyen, toplum veya ilgili topluluklar tarafından olumlu olarak değerlendirilerek onaylanan ilke ve kurallar” (s. 75) olarak kabul ediyor. “… gençlerimizi etik ilke ve değerlere bağlı, bunları inanarak ve korkusuzca hayata geçiren ve vicdan muhasebesi yaparak, yanlış yapmışlarsa bunu düzeltmeye hazır bir zihniyetle yetiştirmemiz gerekiyor. Bunu başaramazsak geleceğimizi güvenceye alamayız” (s. 83) diyor.   

Bir başka profesör, “Avrupa Birliği’nin 2009 yılında yayınladığı Etik Liderlik Programı Uygulama Kılavuzu’nda etik, bireylere, ‘işlerin nasıl yapılması gerektiğini’ belirlemede yardımcı olan, yol gösterici değerler, ilkeler ve standartlar olmasının yanı sıra insanların değerlere göre kararlar verdiği bir süreç olarak tanımlanmıştır” (s. 125) açıklamasını yapıyor. “Etik, ırk, cinsiyet, cins, din, mezhep, sınıf ayrımı yapmadan herkese aynı davranmak, insana saygı ve insan hakları açısından yaklaşmak demektir” (s125) diyor. Eğitim yöneticilerinin uyması gereken, “Bütün karar ve eylemlerinde, öğrencilerin iyiliğini temel değer olarak kabul ederler; … Bölge, eyalet ve ulusal yasalara uygun davranır ve doğrudan ya da dolaylı olarak devleti yıkıcı ve bozucu örgütlere katılmaz v bu örgütleri desteklemezler; … Politik, toplumsal, ekonomik veya diğer tür kazançlar sağlamak için mesleki konumlarını kullanmaktan kaçınırlar” (s135) gibi ilkelere yer veriyor. 

Bir diğer profesör ise, OECD’nin 2018’deki Sosyal ve Duygusal Beceriler Çalışmasında yer alan becerilerle bunların tanımlarına (s. 177-180) yer veriyor. Burada değinilen beceriler içinde, sebat ve ısrarcılık, merak, yaratıcılık, özgüven, öz yeterlik, eleştirel düşünme/bağımsızlık gibi, bizim sistemde öğrencilere dayatılan değerler önemsenmeyen değerler/beceriler bulunuyor.  

Konuşmacıların yukarıda örneklenen söylemlerinin çoğu, eğitim ve etik konusuna uygun söylemleri içeriyor. Ancak konuşmacılar, biri dışında, sırça köşkte yapılmış ve bir şeyleri kırmamaya çalışan söylemlerin ötesine geçmiyor. İdeal koşullara sahip bir ülkede yapılabilecek konuşmalara benziyor. Biri hariç, söylediklerinin/açıkladıklarının gerçek yaşamda ne denli yer bulduğuna -gerçekleştiğine- değinemiyor; var olan durumu irdelemiyor. Bunların yazılarını okuyanların, Türkiye'de, okullarda ve de özellikle bakanlık uygulamalarında bir etik sorunu olduğunu düşünmeleri imkansız oluyor. Dolayısıyla bu tür konuşmalar da kendi içinde etik sorunlar barındırıyor. 

Konuşmacılardan felsefeci bir akademisyen ise, “2023 Eğitim Vizyonu’nda birkaç sayfa boyunca çok özlü bir şekilde eğitim sistemimizin temelinde olması istenen, beklenen felsefi yapıya ilişkin belirlemeler var” (s. 112) diyerek güzelleme yapmaktan kaçınmıyor. Vizyondaki söylemlerle uygulama gerçeklerini hiç sorgulamıyor. Vizyonla ilgili tüm eleştirisi, “2023 Eğitim Vizyonu’nda Mengüşoğlu hocamızın adı anılabilseydi, bunu çok isterdim” (s. 115) sözleriyle sınırlı kalıyor!!!

Bir tek Latviya’lı akademisyen, konuşmasını Türkiye gerçekleriyle ilişkilendiriyor. Örneğin “Türk bilim insanı Nur Yeliz Gürcan eğitimde etiğin önemini vurgularken ‘Türk eğitim sisteminde etik genel olarak dinle bağdaştırılıyor’” (s.46) dediğini aktarıyor. “Çoğu eğitim kurumu günümüzde ticari işletmelere dönüşmüş, kültürel ve ahlaki eğitim de değersiz atfedilmiştir” (s.47) saptamasını yapıyor. İçinde bulunulan durumda modern toplumların dönüşüm sürecinde, “eğitimde etik liderlere” (s.48) ciddi gereksinim olduğunu vurguluyor. “Felsefe ve etik öğretimi daha geniş kapsamda müfredata dahil edilmelidir çünkü felsefe, değerler eğitiminin temelidir, değerleri, değerlerin kültürel ve tarihi bağlamlarını açıklayabilir; değer yargıları, eleştirel ve yaratıcı düşünme becerileri geliştirilebilir ve kişisel gelişime katkıda bulunabilir” (s.49) açıklamasını yapıyor. Avustralyalı/Letonyalı bir felsefecinin, “Serbest piyasa ideolojisinin eğitimin içine olan emin adımlarla yürüyüşü, ki bu dünyanın birçok kesiminde böyle, demokratik değerlerde vatandaşların oluşumunu erozyona uğrattı” (s.51) dediğini belirtiyor. Konuşmasını uluslararası anketler üzerinden Türkiye’nin eğitimle ilgili sorunlarına değinerek bitiriyor. 

Sonuç bildirgesinde ise (s.203-205), bazı genel önerilerle “Müfredatta felsefeye ve etik konusuna önem verilmesi ile “Eğitimci, ‘inanç ahlakı’ ve ‘sorumluluk ahlakı’ arasında bir denge tutturmalıdır” önerilerine yer veriliyor. Ancak sonuç bildirgesinde de, 2023 Eğitim Vizyonu’na olumlu vurgular yapılırken, herhangi bir eleştiri yapılmıyor. 

Sonuç bildirgesi derneğe ait olduğu için anlaşılabilir olsa da, konuşmacıların kendi konuşmalarını neden sansürlediklerini anlamak mümkün olmuyor. 

[email protected]