Eğitim Fakülteleri Dekanları Konseyi (EFDEK)

72 eğitim fakültesi dekanından 54’ü, 20-21 Ocak 2012 günlerinde İstanbul’da toplanıp EFDEK’i ve bu konseyin yürütme kurulunu oluşturmuş. Bu haberi duyanlar herhalde epey umutlanmışlardır. YÖK’ün bu konseyi kurması ve büyük olasılıkla yürütüme kurulu üyelerini önermiş olması bile, bu umutları azaltmamıştır.

Bu toplantıda dekanların aldığı 10 karardan biri, “EFDEK’in öncülüğünde Eğitim Fakülteleri Akreditasyon Derneği kurulmalı onun çatısı altında bir ulusal akreditasyon sistemi oluşturulmalıdır” kararı, dekanların da akreditasyon oyununa geldiklerini gösterse de, aşağıda numaralarıyla belirtilen şu kararlar umutları canlı tutmuştur. “1. Öğretmen Yetiştirme Türk Milli Komitesi’nin yapısı ve işleyişi gözden geçirilmeli eğitim fakültelerinin temsil gücü arttırılmalıdır. Buna paralel olarak, öğretmen yetiştirme politikalarının oluşturulmasında MEB, YÖK ve Öğretmen Yetiştirme Türk Milli Komitesi ile EFDEK etkili bir işbirliği içinde olmalıdır. 7. YÖK eğitim fakültelerinin öğrenci kontenjanlarını belirlerken bu kurumların personel, mekân ve araç – gereç durumunu göz önünde bulundurmalı kapasite fazlası öğrenci kontenjanı vermemelidir. 8. Eğitim fakültesine giriş koşuları adayların tutum ve beceri düzeylerini de ölçecek şekilde yeniden belirlenmelidir. 9. Eğitim fakültesi dekanları başka seçeneğin bulunmadığı durumlar hariç kariyerini eğitim alanında yapanlar arasından atanmalıdır. (Bazı dekanlar bu maddeye şerh koymuştur.) 10. Eğitim fakülteleri kendi yapı ve işleyişleri ilgili karar alma konusunda inisiyatif sahibi olmalıdır. Bu bağlamda adı geçen fakültelere programlarını geliştirme imkânı verilmelidir.

4 Mart 2012 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin “Hürriyet IK” ekindeki “Eğitim fakülteleri sessizliğini bozuyor” başlığını okuyanlar, bir kez daha umutlandılar. EFDEK’in kurulmasıyla umutlananların beklediği bir durumdu bu: Eğitim fakültelerinin sessizliğini bozması! Derin bir “Oh!” çektiler, fakülteler sessizliğini bozuyordu!

Eğitim fakültelerine gelen öğrenciler içinde Cumhuriyet değerlerini benimsememiş, Osmanlı hayranı, evrim kuramı düşmanı, başka inançta olanlarla komşu olmak istemeyen ve yurt dışına göçmek isteyen öğrenci oranı her yıl çoğalıyordu. Eğitim fakültelerinden mezun olan öğretmenler çoğaldıkça bu tür eğilimdeki öğrenciler de artıyordu. Bu ve benzeri olumsuzluklar karşısında eğitim fakültelerinden hiçbir ses çıkmıyordu.

Siyasal güç, bırakalım geçmiş yılları, geçmiş birkaç ayda, çağdaş eğitim ve bilim anlayışıyla bağdaşmayan pek çok değişimi gerçekleştirmişti ve eğitim fakültelerinden hiçbir ses çıkmamıştı! 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile TÜBA yok edilmişti. 652 sayılı KHK ile bakanlık ticari bir şirkete dönüştürülmüş ve Din Öğretimi Genel Müdürlüğü her işi yapar hale getirilmişti. 653 sayılı KHK ile Kuran kurslarına gideceklerde yaş sınırı kaldırılmıştı. “Haydi çocuklar okula” söyleminin yerini, “Haydi çocuklar camiye” söylemi almıştı. Ne yazık ki bir Allahın kulu fakülteden ses çıkmıyordu.

Hele son haftalarda, laik, demokratik, bilimsel, parasız ve kamusal eğitimi yok edecek, gençlerin kendini gerçekleştirmesini engelleme bağlamında akıl-almaz gelişmeler olmuştu ve fakülteler yine sessiz kalmıştı! Başbakan, bir balon patlatmıştı, “Dindar gençlik yetiştireceğiz” demişti. Arkasından da hızını alamayıp dindar gencin nasıl olacağını açıklamıştı: “Dininin, … ve kininin davacısı gençlik”. Bu iki söylemin arasında da, 12 yıllık ve 4+4+4’lük zorunlu eğitim yasa taslağı gündeme düşmüştü.

Taslak, gerçeklerle bağdaşmayan gerekçelerle, 4’üncü sınıftan sonra emekçinin kızını açıköğretimdeki imam hatip programına yönlendirip eve kapayarak ve oğlunu da çıraklığa yönlendirerek 12 yıllık zorunlu eğitimden uzak tutmayı öngörüyordu. Arkasından da, “Haydi çocuklar camiye” diyenlerle dindar ve kindar gençlik yetiştirmek isteyenlerin ne yapacağı belliydi: İmam hatiplerin 4’ten sonra başlamasını yolunu açmak. İşin bir ilginç yanı, emekçi çocuğunu saf dışı bırakacak bu öneri, ailelere bir fırsat olarak sunuluyordu kimi liberaller de, çocukların okul seçme konusunda bir haklarının olmadığına iman edip bu oltayı yutuyordu. Düne kadar okulöncesini zorunlu yapıyoruz diyen yetkililer, bu konuyu unutmuş gibiydi. Toplumun büyük çoğunluğu gibi öğretmenlerin bir bölümü de, çocuklarının geleceği açıköğretim/çıraklık seçeneği ile sınırlanan emekçilerin bir kısmının örgütlendiği işçi sendikaları bile durumun ayrımında değildi.

Bu aşamada, 1-2 fakülteden çıkan ses, yetmemişti.

Bu taslağa karşı bazı tepkiler üzerine, her an yeni bir öneri gündeme geliyordu. Bir gün yok açıköğretime/çıraklığa geçiş 4+4’ten sonra olacak, ertesi gün ilkokula başlama yaşı 5’e inecek ve bir başka gün de, Kuran dersi seçmeli ders olacak deniyordu!

Eğitime gönül verenler, hadi Başbakan’ın sözlerini bir yana bırakalım ve “Başbakandır, söyler” diyelim, eğitim fakültelerinden aşağıdaki ifadelere benzer açıklamaların yapılmasını bekler duruma gelmişti. Zorunlu eğitimi bir yerinden kesmeye kalkışmak zorunlu eğitim kavramıyla bağdaşmaz. Zorunlu deyip gençlerin yarısını zorunlu eğitimin nimetlerinden uzak tutamazsınız. Açıköğretim, örgün eğitim için değil, örgün eğitim çağını aşmış yetişkinler içindir, örgün eğitimde kullanılacak bir seçenek değildir. Zorunlu eğitimi tamamlamadan bazı çocukların başka kanallara yönlendirilmesi eğitim hakkıyla da insan haklarıyla da bağdaşmaz. Zorunlu eğitimde bir inancı ders olarak okutamazsınız bu durum çocuklara o inancı dayatmak anlamına gelir. Ayrıca, bizim toplumda var olan mahalle baskısı nedeniyle, geçmişte din dersinin seçmeli olduğu yıllarda da görüldüğü gibi, seçmeli din dersi, zorunlu derse dönüşür. Hele örgün eğitimde, din dersi ve Kuran dersi diye bir şey olmaz. Ders dediğiniz öğrencinin sorarak, eleştirerek, karşı çıkarak, tartışarak ve deneyerek katılacağı etkinliktir din ve Kuran konusunda bunların hiçbiri yapılamaz. Üstelik toplumda kutsal kitabı Kuran olmayan ve herhangi bir kutsallığa inanmayan yurttaşlar da vardır böylesi dersler onları dışlamak anlamına gelir. Her inanç için örgün eğitimde ders açmak hem işlevsel değildir hem de okulları ibadethaneye dönüştürür. İnançlar eşit mesafede durması gereken devletin görevi, isteyen herkese zorunlu eğitim sonunda ve yaygın eğitim kurumlarında, istediği dini öğrenme olanaklarını sağlamaktır.

Gazetede “Eğitim fakülteleri sessizliğini bozuyor” başlığını okuyanlar, bu tür bir ifade beklentisiyle heyecanlandılar. Ancak hemen alt satırlarda EFDEK başkanı dekanın, “Öncelikli hedeflerinin eğitim fakültelerinin akreditasyonu olduğu” ifadesini okuyanların tansiyonu birden 6-7’lere düştü ha bayıldı ha bayılacak hale geldiler ve konseyi, Fatih’in İstanbul’u kuşattığı günlerde, “meleklerin cinsiyetini tartışan” Bizanslılara benzettiler.

Fakülteler, meleklerin cinsiyetini bir bulsalar, pardon bir akredite olsalar, gençleri ve toplumu saran gerici kuşatma da kalkacak, aydınlık bir yol da açılacak açılmasına da umutlananlar ideolojik davranıyor!

[email protected]