Dün!

24 Kasım, 1928 yılında Mustafa Kemal’e “Millet Mektepleri Başöğretmeni” unvanının verildiği gün 30 yıldır “öğretmenler günü” olarak kutlanıyor. Dün kim bilir kaç kişi, “Öğretmenler gününü neden kutluyoruz?” sorusunu sormuştur.

Sahi neden kutluyoruz?

Başöğretmenin öncülüğünde gerçekleştirilen bağımsızlık, laiklik ve bilimsellik gibi cumhuriyetin kazanımlarının birer birer yok edilmesini mi?

Öğrenci sayısının camiye giden cemaat sayısına kadar azaldığı köylerde, okulları kapatıp köyleri öğretmensiz bırakmamızı mı?

163 yıldır öğretmen yetiştiriyoruz. Her yıl on binlerce genç, eğitim fakültelerinden “öğretmen” olarak mezun oluyor. Bugün itibarıyla öğretmenlik diplomasına sahip 300 bin kadar genç öğretmen olarak çalışmak istiyor. Neyi kutluyoruz? Onlara öğretmenlik yaptırmamamızı mı?

MEB, 130 bin dolayında öğretmen açığının bulunduğunu açıklıyor! Neyi kutluyoruz? MEB’in öğretmen açığını kapatmamasını mı, öğretmen açığının genellikle yoksul yörelerdeki okullarda olmasını mı?

MEB, ücretli öğretmen istihdam etmek için ne öğretmenlik diploması arıyor ne de sertifikası, bakanlık için lisans mezunu olmak yetiyor! Hatta 1739 sayılı yasaya karşı gelerek lise mezununu bile ücretli yaptığı oluyor! Neyi kutluyoruz? Bakanlığın öğretmen yetiştirmeye ve yetişmiş öğretmene değer vermemesini mi?

Devlet on binlerce öğretmeni ücretli öğretmen olarak açlık sınırında bir ücretle çalıştırıyor. Bu sıfatla çalışan öğretmenin bulunduğu okula kadrolu bir öğretmen geldiğinde de, onları hemen kapı dışına atıyor. Neyi kutluyoruz? Binlerce öğretmenin iş güvencesi olmadan çalıştırılmasını mı?

Devlet, kadrolu öğretmenine de insanca yaşayacak bir ücret vermiyor! Neyi kutluyoruz? Öğretmenin, borç içinde yaşamasını mı, “bile bile lades” deyip çocuklarını okutabilmek için cemaat dershanelerine, okullarına ve yurtlarına göndermek zorunda kalmasını mı, ailesini insanca yaşatması için ek iş yapmak zorunda bırakılmasını mı?

Öğretmenler gününü neden kutluyoruz?

Devletin, hak arayan öğretmeni, coplayıp biber gazıyla tütsüleyip hortumla yıkamasını mı, öğretmenin ölümüne neden olmasını mı?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 2002 yılında seçim mitinglerinde öğretmenlere verdiği, "Okul bitirince sınav korkunuz olmayacak çünkü sınav olmayacak” şeklindeki sözlerini tutmamasını mı?

Yıllarca öğretmenlik yapanların bir bölümü zaman içinde yöneticiliğe ve bürokratlığa geçiyor. Bilgi ve deneyim kazandıkça bürokrasi basamaklarında yükseliyor, talim ve terbiye kurulu üyesi, daire başkanı ve genel müdür oluyor. 652 sayılı KHK ile bunların tümü birden bir anda kapı dışına bırakılıyor. Neyi kutluyoruz? Onların işten atılmasını mı, onların yerine eğitimci olmayanların, emsallerinden 7-8 kat fazla maaşla ücretli olarak ve de isteneni yapmadığı anda kapı dışına atılmak üzere istihdam edileceğini mi? Bakanlığın bir “eğitim” kurumu olarak yönetilmesi yerine, 652 sayılı KHK sonrasında bir şirket gibi yönetilecek olmasını mı?

Öğretmenlerin öğrencileri, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine ve cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı insanlar olarak yetiştirmek yerine, rekabetçi olarak yetiştirecek olmalarını mı?

Öğretmenler gününün kutlanmasına başlanmasından bu yana, toplumda Osmanlı hayranlığının, cumhuriyet ve bilim düşmanlığının, töre ve namus cinayetlerinin çoğalmış olmasını mı? Eşitliğe ve özgürlüğe öncelik veren gençler yerine, paraya öncelik veren gençler yetiştirdiğimizi mi? Türk-Alman üniversitesi açıp orada İngilizce öğretim yapacak olmamızı mı?

Eğitim sistemimizin çocuklarımızı cemaatleştirip kızlarımızı türbana sokmasını mı hemen her yerde Çanakkale savaşının gökten inen sarıklılarla kazanıldığının ve depremin yörede var olan ahlaksızlıktan kaynaklandığının öğretilmesini mi?

MEB yerine Diyanetin ve eğitim kurumları yerine camilerin devreye girmesini mi? Eğitimin piyasalaşıp dincileşirken toplumun cemaatleşmesini mi?

Okuyan, sorgulayan, eleştiren, araştıran ve insan haklarına saygılı öğrenci yetiştiremeyen öğretmen yetiştirilmesini mi?

Öğretmen yetiştiren kurumlarımızın sessiz kalmalarını mı?

[email protected]