Bu kafayla zor!

Milli Eğitim Bakanı (bakan), anayasa hazırlıkları konusunda olduğu gibi pek çok konuda hükümet sözcüsü gibi konuşuyor, bol bol siyaset yapıyor, “ben eğitim bakanıyım, çetrefilli siyasi konularda biraz geri durayım” demiyor. Bakan, bu arada, eğitim alanındaki becerikliliğini (!) de yeni inciler döktürmeyi de sürdürüyor. Dört yıl bakanlık yaptıktan sonra aynı bakanlığa atanmasının hakkını vermeye çalışıyor. Genel siyasette yaptıklarını eğitimde de yapıyor: Kafa karıştırıyor ve eğitim sisteminde her nasılsa kalabilmiş doğru uygulamaları da alt üst ediyor. 

Bakan, yeni incilerinden birinde şöyle diyor: “Okullardaki şiddetin en önemli faillerinden biri başarısız öğrencilerdir. Dersle uğraşmayan, kütüphaneye gitmeyen öğrenciler başka işlerde uğraştığı zaman şiddet doğmaktadır”. Bakan için işler kolay: Her soruna keyfe keder bir tanı koyuyor ve istediği önlemi alıyor; tanı doğru değilmiş, önlemler yeni sorunlara kapı açıyormuş, aldırmıyor. Yalnız bakan değil, bakanlığın beyni, irfanı ve vicdanı olan ve bu doğrultuda hareket etmesi gereken Talim ve Terbiye Kurulu’nun üyeleri de aldırmıyor. Bu kurulun akademisyen olmayan üyelerinden, bakanlık mensubu oldukları ve gelecekleri bakanın iki dudağı arasına bağlı olduğu için, bu tür kararlar üzerine kurul üyeliğinden ayrılmaları beklenmiyor. Ancak, bu kurulun akademisyen olan üyeleri üniversitelerden geliyor, kadroları üniversitede. Bu akademisyen üyelerin, bakanın her yorumuna ve kararına sessiz kalmaları; eğitimci olduklarını unutmaları, bakana arka çıkmış gibi olmaları hoş olmuyor. Akademisyen üyeler, bakanlıktaki aşırı kadrolaşmaya dayanamayıp bu kurul üyeliğinden istifa eden akademisyen üyeyi örnek almayı akıllarına getirmiyorlar. 

Bırakın bakanı ve bu kurulun üyelerini, ortalama insan bile şiddetin kaynağının başarısız öğrenciler olmadığını; okullarda şiddetin oluşmasına yol açan nedenlerin, aynı zamanda, öğrencilerin başarısızlığına da kaynaklık ettiğini biliyor. Bakan hemen her ailede (büyük olasılıkla kendi ailesinde bile) öğrenimleri sırasında sınıfta kalmış (başarısız olmuş), sonradan kendini toparlayıp başarılı olmuş insanların olduğunu bile bile bu tanıyı yapıyor. Çünkü bu tanı işleri, yapmak istediklerini yaşama geçirmeyi, kolaylaştırıyor. Çünkü bu tanı, seçkinci eğitimi pekiştiren bir işleve dönüştürülüyor. Bu tanı, başarısız olarak etiketledikleri öğrencinin açıköğretime kaydırılarak (bir bakıma) sistem dışına itilmesi için kullanılıyor. Bu arada bakan, özel okullarda okuyan başarısız öğrenciyi açıköğretime kaydırmayı, tabii ki aklının ucundan bile geçirmiyor.  

Bakan, her konuda konuştuğuna göre bilgili bir insan olarak görülüyor, aslında şiddetin kaynağını da (dolaysıyla) başarısızlığın kaynağını da biliyordur. Bilmiyorduysa bile bakanlık yaparken öğrenmiştir ya da kendisine pek çok kez anlatılmıştır. Bildiği/öğrendiği nedenleri açıklaması ve ona göre önlemler alması bakanın işine gelmiyor. Okullarda şiddete başvuran ya da başarısız çocukların çoğu, sistemin içselleştiremediği, sistem tarafından sahip çıkılmayan çocuklar. Bu çocuklar içinde, yoksul ve dar gelirli ailelerden gelenler, anadilleri Türkçe olmayanlar ve Sünni Hanefi inacı taşımayanlar çoğunluğu oluşturuyor. Bu çocuklar, okuldaki baskılardan, haksızlıklardan, eşitsizliklerden, sevgisizlikten, hoşgörüsüzlükten vb. muzdarip; kendilerine yabancılaştırılan ve sisteme yabancılaşan çocuklar. Ayrıca, disiplin olaylarına karışan ya da başarısız olarak damgalanan çocukların çoğu ortalamanın üzerinde öğrenme yeteneğine sahip çocuklar; okullar sağlıklı bir eğitim ortamına sahip olsa, büyük bir olaslıkla bugün başarılı sayılanlara fark atacak çocuklar; değerleri ve yetenekleri su yüzüne çıkarılmamış, keşfedilmemiş çocuklar. 

Bakan, bu çocukları kazanmaya çalışacağına, onlara bir tekme daha vurmaya kalkıyor. Çocukların eğitim hakkını, insan haklarını umusamıyor. Sınıfta kalmanın bile bir hak olduğunu yadsıyor. Sonra da, “öğrencilerin yüzde 96,7’si evle okul arasında şiddete maruz kalıyor” dediği halde, bir de, ilk-orta öğretime polis sokmaya çalışıyor. Çocuğun eğitim-öğretim süreçlerindeki yabancılaştırılmasıyla yetinmiyor, polisle yeni yabancılaştrma yollarının kapısını açıyor. Üniversitelerde 40 yıldır polis var, polisin üniversitede ne yaptığını bu bakan bilmiyor mu? Polisin üniversitedeki tutumunu ilk ve ortaöğretimde de yeniden üretmesi mi isteniyor? Öğrenci fişlenecek mi, sindirilecek mi? Polis bu okullarda kimi koruyacak? Özel okulculuğun cemaatleşme okulculuğu olma yolunda hızla ilerlediği bir ortamda, çocuğunun polis korkusunu yaşamamasını isteyen velinin özel okullara kaçması mı isteniyor?

Bakan, 12 Eylül 1980 darbe hükümeti ile sonrasında kurulan hükümetlerin toplumu siyasetten iyice uzaklaştırmış olmasının nimetini kullanıyor, meyvelerini topluyor. Toplum, biraz demokratik olsa, sandık başında oyunu biraz bilinçli kullansa, bakanın istemediği öğrenciyi açıköğretime göndermeye kalkışmasına kuzu kuzu katlanmayacak, bakanı açığa alacak. Genellikle yoksulun ve dar gelirli kesimlerin oyları sayesinde koltuğunu koruyan bakan, hemen her kararıyla bu kesimlerin çocuklarının eğitimden uzaklaşmasına neden oluyor. Gece-gündüz ve yatıp-kalkıp 12 Eylül’e o dua etmeyecek de kim edecek?