Bakanlığın Stratejik Planı (I)!

Milli Eğitim Bakanlığı, 2010 Ocak ayında başlayıp 2014 yılında sona erecek bir stratejik plan(!) hazırlayıp “Milli Eğitim Bakanlığı 2010-2014 Stratejik Planı” adıyla kitap haline getirmiş. Birkaç ay önce elime geçen bu kitaba, çok gecikmeli de olsa değinmek gerekiyor.

Bu stratejik plan kitabı, beş para etmez bir malı değerinin iki-üç misli fiyatına satmak için hazırlanmış el broşürü gibi bir şey birinci sınıf hamurdan da kaliteli, kuşe baskıdan da. 250 sayfanın üzerinde battal boyutta bir kitap. Normal kitap halinde basılsa en çok 70-80 sayfa olacak bir yayın, bakanlığın reklama düşkünlüğünün ve müsrifliğinin canlı örneği. Kitap ağır mı ağır kim bilir içinde ne stratejiler vardır düşüncesiyle ve kitap sayfalarına hasar verme korkusuyla insanın dokunmaya bile çekindiği bir kitap.

Bu kitap kimler için hazırlanmış, kimlere gönderilmiş bilinmiyor. Ancak, bu kitabı alanların bir bölümünün dokunmaya kıyamadığından kitabın kapağını bile açmamış olması muhtemel. Okumaya yeltenenlerin büyük bir bölümü ise, eminim desem hiç abartı olmayacak, birkaç sayfa okuyunca stratejik planının bir balondan başka bir şey olmadığını anlayıp kitabı bir yana atmıştır. Ben direnip okudum.

Alışıldığı üzere kitabın ikinci sayfasında bir Atatürk resmi var. Resmin altında da onun şu sözü yazılmış: “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtacak bir nitelik alır.”

Bu sözleri görünce, “Plan ve tarih yazmak, ne alaka, kel alaka!” deyiveriyorsunuz.

Sonra bakanın resmi ile onun sunuş yazısı geliyor. Sevgili bakanımız, “… toplumun taleplerine karşı duyarlı, katılımcılığa önem veren, hedef ve önceliklerini netleştirmiş, hesap veren, şeffaf ve etkin bir kamu yapılanmasının gereği olarak ‘Startejik Yönetim’ yaklaşımı benimsenmiştir” deyip bu planın “… eğitim sektörünün geçmişini değerlendirmek, bugününü geliştirmek ve geleceğini stratejik olarak planlamak amacıyla hazırlandığını” vurgulayıp ilgililere teşekkür ediyor.

Ardından da, eğitimci olmayan müsteşarın yazısı konmuş. Koca müsteşar, “AB müzakere sürecinin oluşturacağı sinerjiyle eğitim sistemimizde sunulan hizmetlerin nitelik ve niceliğinde anlamlı gelişmelerin olacağı varsayılmaktadır” diyor! Daha baştan, “AB’nin sinerjisi olmasa bir şeyin olacağı yok” mesajı veriliyor.

İçindekiler sayfasından sonra da kitabın bölümleri başlıyor. İlk bölümde, stratejik planlama sürecinde yapılan çalışmalar özetlenirken, “Kurumun dışsal ve içsel çevresini değerlendirme: Kurumun paydaşlarının benimsenmesi, görüşlerinin alınması, GZFT ve PEST analizlerinin yapılması” (s.8) ifadesinde açıklanmayan kısaltmalara rastlıyorsunuz. Okudukça, kitabın şatafatıyla içeriğinin ters orantılı olduğunu daha çok fark edip, kitaptaki pek çok basmakalıp ifadenin nerelerden alınmış olduğunu merak ediyorsunuz.

İkinci bölüm, “Durum Analizi” başlığını taşıyor. Durum analizi “Tarihsel Gelişim” ile başlıyor. İki buçuk sayfa kadar olan bu analizi okuyunca şaşırıyorsunuz: Çünkü tarihsel analiz Osmanlıyla ilgili iki sayfalık bilgiden sonra 1923’te yapılanların bir bölümüne iki satır değinerek son buluyor! 1923’ten günümüze kadar geçen yaklaşık 90 yıl bir tek şu cümleyle geçiştirilmiş: “Milli Eğitim Bakanlığı teşkilatı Cumhuriyet Döneminde de sürekli, yenileştirme ve geliştirme çalışmalarına konu edilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığının merkez teşkilatı, 3797 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında kanun’la yeniden düzenlenmiştir” (s. 23).

Bundan daha iyi tarihsel analiz can sağlığı değil mi? İkinci sayfada Atatürk’ün o sözüne neden yer verdikleri, 1923 sonrasını yok sayan bu tarihsel analizle (!) iyice anlamsızlaşıyor/bir anlam kazanıyor!

Durum analizi, “Yasal Yükümlülükler” kısmıyla devam ediyor. Bu kısmı okuyunca bir kez daha şaşırıyorsunuz. 1,5 sayfalık yazıda bir tek 3797 sayılı yasayla ilgili yükümlülüklere yer verilmiş. Bu planı hazırlayanlar için, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu başta olmak üzere eğitimle ilgili pek çok yasanın ve eğitimle ilgili Anayasa maddelerinin getirdiği yükümlülüklerin, yükümlülük olmadığı anlaşılıyor! Böyle olunca da, 1739 sayılı yasadaki, bilimsellik, laiklik, karma eğitim ve eğitim hakkı gibi 14 temel ilkenin de bir yükümlülüğü bulunmuyor! Planı hazırlayanların, kendilerini babalarının çiftliğinde sandıkları belli oluyor.

Tarihsel gelişimi okurken gerilmeye başlayan sinirler, bu noktada kopma noktasına geliyor.

Durum analizinin üçüncü kısmında, 3. faaliyet alanında yer alan, “Eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak için gerekli tedbirlerin alınması”(s.26) ifadesini okuyunca, bu konuda tam tersinin yapıldığını bile bile içinize bir umut doğuyor. Hemen arkasından, bu strateji kitabında bile yeterince özen gösterilmemişken, “Türkçenin gelişip korunmasının sağlanması” (s. 26) ifadesini okuyunca, sinirleriniz eski durumuna hızla dönüyor. Sakinleşmek için, ister istemez kitabı okumaya ara veriyorsunuz.

Sinirleriniz yatışınca okumaya devam edeyim diyorsunuz, birkaç sayfa okuyunca sinirler yeniden yerinden oynuyor. Nasıl oynamasın ki?

35. sayfadaki bir çizimden, sistemde çalışanların yüzde 10’undan fazlasının sözleşmeli, yüzde 10’undan çok daha azının da 50 yaşının üzerindeki eğitimciler olduğunu öğreniyorsunuz. Deneyim kazanmış öğretmenlerin en verimli çağında sistemden ayrıldığını anlıyorsunuz.

Okudukça yazılanların içinin ne kadar boş olduğunu ve stratejik planın bu toplumdansa AB için yazılmış olduğunu görüyorsunuz.

Eğitimin finansmanı başlığı altında dişe dokunur bir şey denmezken, “Son yıllarda gözlenen olumlu gelişmeler ise uzun yılların eksiğini gidermekte yetersiz kalmaktadır” (s.40) denerek geçmiş suçlanıyor. Hemen arkasından da, “Kıt kaynakların nicelik sorununa yöneltilmesinden dolayı eğitimde arzu edilen kalite olgusuna yeterli kaynak sağlanmamaktadır” deniyor!

Bakıyorsunuz, akıl almaz bir şekilde, “çevre analizi” başlığı altında ve analiz olarak yalnız eğitim sisteminin okul yapısı hakkında kuru ve kısa bir bilgi veriliyor.

Sekizinci sayfada değinilen PEST analizinin, politik, ekonomik ve teknolojik analiz olduğunu 54’cü sayfada okuyorsunuz. Bu sayfada, PEST ile ilgili 35 faktöre yer veriliyor, bu faktörlerle ilgili analizlerden tek bir kelimeyle bile söz edilmiyor.

Sekizinci sayfada değinilen GZFT analizinin de güçlü, zayıf yönler, fırsat ve tehditler analizi olduğunu, 56’ıncı sayfada okuyorsunuz. Fırsat ve tehdit gibi sözcükleri eğitim ile bağdaştıramasanız da okumayı sürdürüyorsunuz. Sistemin zayıf yönlerine değinirken, “Norm kadro uygulamasının tam olarak hayata geçirilememesi Performansa dayalı izleme ve değerlendirmenin olmaması” (s.59) ifadelerine yer verilmesinden, bir kez daha bu stratejik planı hazırlayanların, eğitimciden çok tüccara benzediklerini düşünüyorsunuz.

Bu kitapta, “Plansız nüfus artışı” (S.61) sistem için tehdit olarak algılanan maddeler arasında yer alıyor. Bu noktada, Başbakanın her önüne gelene “Üç çocuk yapın” önerisinde bulunması ve bir AKP belediyesinin nikahı kıyılacak çiftlerden “Üç çocuk yapacaklarına dair” imza alması akla takılıyor!

Yurt dışına ve sektör dışına yaşanan beyin göçü” (s.61) de sistem için tehdit olarak görülüyor. Oysa, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, yetkililer ikide birde, AB’de dahil yurtdışında çalışacak elemanların yetiştirmesinden dem vuruyor!

“Geleceğe Yönelim” başlığını taşıyan üçüncü bölüm, “misyonumuz” ile başlıyor, “vizyonumuz” ve “temel değerlerimiz” ile devam ediyor. Değerlerimizi okuyanların dudakları uçukluyor: “Cumhuriyete ve demokratik değerlere bağlılık insan haklarına saygılı olmak özgür düşünceli ve yüksek iletişim beceriyle donanımlı olmak çevreyi ve doğayı korumak” temel değerlerimizdir diyorlar. Okudukça, “Yok ya!” demekten kendilerini alamıyorlar.

Bu bölüm, okulöncesi eğitim, ilköğretim, yaşamboyu öğrenme ve bilgi toplumu gibi 10 temadan her temayla ilgili olarak da, süslü resim ve yazılarla, stratejik amaç, politika ve stratejik hedeflerle devam ediyor. Stratejik hedefler içinde, “ilköğretimde yüzde 100 okullaşma yatılı ilköğretim bölge okullarının kapasitesini yüzde 90’nın üzerine çıkarma” gibi stratejik hedeflere yer veriliyor. Ancak, zorunlu eğitimin 11-12 yıla çıkarılması, öğretim yerine eğitime önem verilmesi, birleştirilmiş sınıflar, taşımalı ilköğretim ve 2’li öğretim gibi uygulamalar son verilmesi gibi hedeflere yer verilmiyor.

Dokuz numaralı “denetim ve danışmanlık” temasıyla ilgili sayfaları karıştırırken karşınıza “COSO Piramidi” ve "COSO Kübü” (s.187) adları verilen iki renkli şekil çıkıyor. Tam, “Nedir u… bu COSO?” diyeceksiniz, kendinizi tutuyorsunuz. Birden bu kitapta, COSO dışında da rengârenk onlarca resmin, çizelgenin ve çizimin bulunmasına karşın hiçbirine başlık ve numara verilmediği gibi metin içinde de atıfta da bulunulmadığını anımsıyorsunuz. “Koca bakanlığın stratejik planı, misyon, vizyon, öğrenen toplum gibi parasalcı küreselleşmenin jargonunu kullanan ancak raporlama tekniğinden bihaber kişilerce yazılmış bu bakanlık kimlerin eline kalmış!” diyerek hayıflanıyorsunuz.

Hayıflandığınızda da, “İzleme ve Değerlendirme” başlıklı dördüncü bölüme gelmiş oluyorsunuz. Allahtan, 250 sayfalık koca kitapta bu son bölüm bir sayfayı geçmiyor!

[email protected]