Anlamak mümkün mü?

Gezi Parkı eylemi ve bu eylemle ilişkili her gelişme, öğretme, etkileme ve düşündürme işlevini yaygınlaştırarak sürdürüyor. Eylem güçlendikçe, yetkililer şaşırıyor, “Eylemler haklı” diyemediklerinden çareyi yalana sarılmakta arıyor. Kimi yetkililerin zaman zaman kullandıkları yumuşak söylemlerin, içten olmadığı ve gerçeği yansıtmadığı da ortaya çıkıyor.

AKP, bu süreci giderek içinden çıkılmaz bir duruma getiriyor. Gezi Parkı olaylarından kısa bir süre öncesinde başlatılan ve “Barış Süreci” olarak adlandırılan değişim günlerini anımsayanlar, AKP’nin şimdiki tutumuna bir anlam veremiyor.

Barış süreci denen süreç başlamadan kısa bir süre öncesini anımsayalım. Bırakın silahlı eylemlerle ilgili durumu, siyaset alanı bile alt-üst olmuştu. “Parasız eğitim” istenmesi bile terörle ilişkilendiriliyordu. Her yerde ve hemen her gün, demokratik haklarını kullanan BDP’liler ya da yandaşları, KCK sanığı olarak tutuklanıyordu. BDP’nin kapatılmasıyla ilgili teskere meclise ha geldi, ha gelecekti. 30 yıldır nice canlara, sakatlıklara, yaralanmalara, ruhsal sarsıntılara ve üzüntülere neden olan olaylar, birden durdu. 30 yıldır birbirini yok etmeye yönelik davranışların aniden durması, gökten havaya-suya-toprağa cemre inmesiyle olmadı. Bilindiği kadarıyla taraflardan biri pes etmediğine göre, toplum tarafından ayrıntıları bilinmiyen karşılıklı tavizler verilmese, herhalde bu noktaya gelinmesi mümkün olmazdı.

AKP’nin bilinen bir niteliği var: Yasa taslaklarının mecburen meclise gelmesi dışında, kararların oluşumunda genellikle parti grubunun görüşü alınmıyor. AKP parti grubu, kanun hükmünde kararnamelerin içeriğini, bir heykelin yıkılması kararını ve benzerlerini, benim gibi, sonradan öğreniyor. Kimileri de bu durumu, “ileri demokrasi” olarak algılıyor ve yansıtıyor. AKP’nin bu niteliği, ister istemez, Barış Süreci ile ilgili tavizlerin Başbakan tarafından verildiğini ve parti grubunun bile haberi olmadığını düşündürüyor.

Böylesine bir keyfilik, Taksim Gezi Parkı’nda yıllar önce yıkılmış olan Topçu Kışlası’nı yeniden inşa edip AVM’ye dönüştürülmesi kararında da görülüyor.

Bu karar, İstanbulda sayıları giderek azalmış park alanlarından biri olan Gezi Parkı’nın yok olacağı anlamına da geliyor. Gerici 31 Mart 1909 ayaklanmasının merkezi olarak görüldüğü için, buraya Topçu Kışlası’nın yeniden inşası, gericiliğe prim verilmesi anlamına da. Başka bir ad yokmuşçasına üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim denmesi de, gericiliğe pirim anlamını güçlendiriyor.

Kışla inşaatına hazırlık olarak parktaki ağaçların sökülmesine kalkışıldığında, birkaç çevreci de ağaçları korumak için demokratik eylemlere başlıyor. Polisin tutumu, eylemcileri hızla çoğaltıyor. Eylemler çoğaldıkça ve her geçen gün toplumun değişik kesimleri tarafından sahiplenildikçe, polis azgınlaşıyor iktidar da sinirlenip inatlaşıyor.

Türkiye toplumunun küçük bir örneklemi olan (toplumda var olan her kesimi temsil eden) Gezi Parkı eylemcileri, kitap okuyarak, ders yaparak, şarkılar söyleyerek, müzik dinleyerek, neşe ve çoşku içinde, ağaç talanına karşı parkı korumak için orada nöbet tutuyor.

Başbakan’ın, “Demokratik taleplere canımız feda” demesi, yandaş gazetelerin bu söylemi manşetlere taşıması bir işe yaramıyor. Çünkü AKP’nin anlayışına göre, bir eylemin demokratikliği, Başbakan’ın düşünceleriyle ne kadar paralel olduğuyla ölçülüyor. Başbakan’ın düşünceleriyle örtüşmeyen eylemler, kendi özgür iradeleriyle ve kendi olanaklarıyla biraraya gelenler tarafından gerçekleştirilse de, barışçıl olsa da, toplumun her hesimini içerse de, ağızlarıyla kuş tutsa da, demokratik sayılmıyor. Bu tür eylemler ideolojik, eylem içinde olanlar da çapulcu oluyor.

Gezi Parkı eylemcileri, silahlı değiller büyük çoğunluğu şiddete yönelik ya da sağa sola saldıran eylemciler de değil. Eylem başladığındaki istekleri ise, olmayacak bir şey değil: Gezi Parkı’nın, Park olarak kalması, parkta Topçu Kışlası adı altında ya da başka herhangi bir yapılaşmanın olmaması ve Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılmaması!

Başbakan’ın/AKP’nin çarpık demokrasi anlayışını anlamak mümkün de, 30 yıllık kanlı olayları durduracak tavizleri verenlerin Türkiye genelinde sahiplenilen eylemcilerin masum isteklerine karşı sürdürdükleri inatı anlamak mümkün olmuyor.

Bu inatçı tutum, iktidarı yalanlara yönelttiği, iktidar baskısını ve şiddetini çoğalttığı gibi Türkiye’yi kamplaşmaya götürüyor barış sürecine de gölge düşürüyor. Bu durum, barış sürecinde verilen tavizlerde samimi olmayacakları ya da bu tavizlerin bir dış gücün baskısıyla verildiği kuşkusunu yaratıyor. Her iki olasılık da, AKP’nin Gezi Parkı konusundaki tutumu da, barış açısından sağlıklı bir gelecek vaad etmiyor.

[email protected]