Ah Demirel ahhh!

Demirel, bir ABD firmasının taşeronluğundan Morison Süleyman olarak siyasete atıldı. Yaşamı boyunca, taşeronluğunu, toplumu anamalcı sömürüye uygun hale getirme ve ekonomiyi ABD’ye güdümleme konusunda sürdürdü. Ekonomiyi iktisatçılara bırakalım ve ilk konuya dönelim.

1965’te ilk hükümetini kurduktan sonra, camiye siyaseti, okullara da hem dini hem de siyaseti soktu. Okullara gönderilen genelgelerle, aşama, örnek ve örgüt gibi kimi Türkçe sözcüklerin kullanımını yasakladı. Seçmeli din dersini lise programına ve kızlar da imam hatiplere aldı. Isparta İmam Hatip’te örtünerek okumak isteyen öğrenciye izin vermeyen yetkiliyi, hemen görevinden uzaklaştırdı. Değişik zamanlarda toplam 315 imam hatip açtı. Özel okullara ve özel dershanelere kapı araladı. Özel üniversitelerin kurulmasına ve kardeşinin de Yükseliş Koleji’ni açmasına izin verdi. İlköğretmen okullarına, yüksek öğretmen okullarına ve eğitim enstitülerine, yandaşlarını yönetici olarak atadı, bu okulların yapısını bozdu, kapatılmalarını kolaylaştırdı. Göreceli olarak toplumda büyük bir uyanışa yol açan 27 Mayıs Anayasası’nın, “Millete bol geldiğini” düşündü. Kafası çalışan ve olaylara eleştirel yaklaşabilenlere ne partisinde, ne üniversitede ve ne de sokakta tahammül etti. 

“Fakülte dekanı ya Atatürk ilkelerine saygılı olmalı, ya da derhal görevini terk etmelidir. ... Eğitimine emperyalist Amerikan yönetmenlerinin sokulu olduğu bir ülkede güllük gülistanlık üniversiteler olabileceğini düşünmek olanaksızdır. … İşçi ve köylü çocukları üniversiteye. ... Boğaz köprüsü değil üniversite istiyoruz. Tüccar profesörlere paydos. … İnkılâpların ve rejimin sahibi ve bekçisiyiz” vb söylemleri dile getiren 1968 üniversite gençliğine ateş püskürdü. “İti, kurda kırdırma” yaklaşımıyla, sağcıları, bu gençlerin (Atatürkçülerin ve solcuların) üzerine sürdü. Öğrenci boykotlarını; sağ-sol kutuplaşmasını yarattı. İcraatlarını eleştirmek üzere sokaklara çıkanları, “Yollar yürümekle aşınmaz” diyerek küçümsemeye kalktı. Sokakta/okulda işlenen cinayetler için, “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyerek kimden yana olduğunu gösterdi. Gerektiğinde, “Nabza göre şerbet verme” ustası olarak ve de büyük bir pişkinlikle, “Dün dündür, bugün bugündür” diyerek işin içinden sıyrıldığını sandı. 

1968’de gerçekleştirdikleri Demokratik Eğitim Kurultayı’nda, “… Yasam iç ve dış gâvuru dışarı atmak… Ülküm, işçiye iş… Varlığım ulusal kurtuluşumuza ve bağımsızlığımıza armağan olsun” ve benzeri ifadelerle dolu ant içen Türkiye Öğretmenler Sendikası’nı (TÖS) her zaman, sakıncalı buldu. TÖS’e karşı Milliyetçi Öğretmenleri örgütletip destekledi. TÖS toplantılarını basma ve yakma girişimlerine ilgisiz kaldı. 1969’da, ABD’ye hayır diyen gençlere Kanlı Pazarı yaşattı. TÖS’ün kapatılmasına ve TÖS yerine kurulan TÖBDER’e dünyanın dar edilmesine çalıştı. Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve Deniz Geçmiş’in, “Üç bizden üç sizden” diyenler tarafında haksız yere idam edilmelerine yol açtı. Maraş’ta ve Çorum’da Alevi/solcu katliamına; 1 Mayıs 1977 Taksim genç-emekçi katliamına, 1978’de de Beyazıt ve Balgat öğrenci katliamlarına seyirci kaldı.

1973’te çıkan Milli Eğitim Temel Kanunu gereği zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılmasını, 1970’lerde gerçekleştirmediği gibi, 1992’deki son hükümeti zamanında da gerçekleştirmedi. Laik ve bilimsel nitelikteki MEB’i, özellikle 1975-1980 yılları arasında (Milli Cephe hükümetleri dönemlerinde), takunya sesleri ve abdest şıkırtılarıyla çınlayan bir bakanlığa dönüştürdü. Türk-İslam sentezini üretecek Aydınlar Ocağı’nı savundu, onlardan bakan, müsteşar, TRT genel müdürleri ve bürokratlar çıkardı.

Sık sık köylülüğünü vurgulayarak ezilenler içinden geldiğini ima etti. Ancak, ezilenlerin ezilmişlikten kurtulmaları, en azından bilinçlenmeleri için kılını bile kıpırdatmadı; bilakis, onları “dinle” uyuttu ve ezenler safına katılıp, ezilenlerin sömürülmesini pekiştirdi. 1980’lerdeki muhalefet günlerinde, “Tevhidi Tedrisat Kanunu’na ters düşüyor diye, din eğitiminden vaz mı geçilecek? ... Tevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değil ki. ... Şayet Kuran kursları veya din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir; Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur” diyebildiği gibi, yeri geldiğinde şeriata methiyeler düzdü. 

Son başbakanlığı sırasında, YÖK’e ve Doğramacı’ya yönelik şikayetlerin doruğa çıkması üzerine, Doğramacı’ya, “Ne yapalım?” diye sordu! Cumhurbaşkanlığında, Sivas’ta ve Gazi mahallesindeki Alevi/solcu katliamını neredeyse seyretti. Paralı eğitimi, girişimci üniversiteyi savunan ve Dünya Bankası ile içli dışlı olan Gürüz’ü bir değil, iki kez YÖK başkanlığına getirdi. Danıştay’ın iptal ettiği ve yasal olmayan tahsisli arsa üzerine kurulan Koç Üniversitesi’ni büyük bir gösterişle açtı. 

1960’ların, laik, bilimsel ve toplumsal bir dünya görüşüne sahip gençlerinden; önemli bir bölümü, depremi, “Allah’ın cezası, kıyamet alameti, kader” olarak gören; meleklere, cinlere ve perilere inanan; Çanakkale Savaşı’nın gökten inan yeşil sarıklı cüppelilerce kazanıldığını sanan bir toplum yaratılmasını sağladı. “Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı” anlayışında olan bir toplumun, bugünün tüketim toplumuna dönüşmesi için çok çalıştı. Kardeşlerini, mobilya-hayali ihracat kralı yeğeni Yahya’yı ve el verdiği kimi dostlarını, her nasılsa ihya etti. İhya olanların kendisine “Baba” demeleri anlaşılır olsa da, başkalarının ona neden “Baba” dediği bir türlü anlaşılamadı. 

Yaşamı boyunca, imam hatiplerin laik ve bilimsel eğitime karşı bir seçenek olarak gelişmesine çalışan Demirel; bu gün, “Türbanla okumak isteyenler, Suudi Arabistan’a gitsin” diyor! Dün, toplumun dincileşmesi için her şeyi yapan Demirel, 28 Şubat 1997 sürecinde, askerlerle birlikte, dincilerin önünü kesmek için(!) post modern darbenin mimarı oluyor. Zamanında, ODTÜ adını duyunca alerjileri kabaran, ODTÜ’ye jandarmayı sokan, üniversitedeki olaylar nedeniyle kiminin hiç başlamamasına pek çoğunun da öğrenimine son vermesine neden olan Demirel; bugün, ODTÜ’lülere, “Neredesiniz ?” sorusunu soruyor! 

Ah Demirel aah! Başka ne denir, bilemiyorum.