ABD II: ABD’nin uluslararası eğitim sömürüsü

BD Hiroşima’dan bu yana silah gücünü açık ve seçik bir biçimde göstermekten çekinmiyor. ABD yalnız silahlı güç değil tabii. Sömürü ve insanları kendine bağlama gücünü yaklaşık iki yüzyıldır yabancı ülkelerdeki eğitim yatırımlarıyla sağlayan bir ülke. Yayılmacı (istilacı) ülkeler sömürgelerini ele geçirir geçirmez, kendi yandaşlarını yetiştirmek üzere eğitime el atmış. İspanyollar Manila’da Santo Tomas Dominikan (1611), Fransızlar Quebec’te Laval (1663), İngilizler de Avustralya’da Sidney ve Melbourn (1850) ile Hindistan’da Kalküta, Bombay ve Madras (1857) üniversitelerini açmış. ABD ise İspanyol ve İngilizlerin tersine, daha asker gönderecek güce erişip ülkeleri fiilen ele geçirmeden, gözüne kestirdiği yörelerde okullar açmış. Örneğin, 1776 yılında birleşik devlet olduktan 48 yıl gibi kısa bir süre sonra, önce Beyrut’ta, sonra Harput, Tarsu, Talas ve İstanbul’da, tabii ki Osmanlının izinleriyle, ortaöğretim düzeyinde Amerikan kolejleri açmış. Ortaöğretimle yetinmemiş, yine (Mısır hariç) Osmanlı topraklarında, Mısır’da, Beyrut’ta, Suriye’de, Şam’da ve İstanbul’da yükseköğretim okulları kurmuş. 

ABD’nin 16. başkanı Abraham Lincoln, 1863 yılında demokrasiyi, “Halkın, halk tarafından, halk için yönetimi” olarak tanımlamıştır. Ancak, Lincoln’dan kısa bir süre sonra, 19. başkan Rutherford B. Hayes, “Bu halkın, halk tarafından, halk için yönetimi artık değildir. Şirketlerin (corporations), şirketler tarafından, şirketler için yönetimidir” (akt. Ataöv, Aydın’ kime denmeli?, 2005: 18) demiştir. O günden bu yana, bu anlayış geçerlidir. Hem ABD içinde hem de ABD dışındaki kendi eğitim kurumlarında, bu anlayış doğrultusunda eğitim verilmektedir. 

ABD’nin eğitim konusunda ne yaptığını, ABD’li eğitimci E. H. Berman, The influence of the Carnegie, Ford, and Rockfeller foundations on American foreign policy. Adlı kitabında (1983) gayet net bir biçimde açıklamaktadır: Carnegie, Ford ve Rockfeller vakıfları, siyah Amerikalıların işgücü deposu olarak kalmaları için, onlara 1800 sonu ve 1900 başlarında mesleki eğitimi önermişler. Bu vakıflar aracılığıyla, hem ABD’deki üniversitelere hem de Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki pek çok ülkenin yükseköğretim okullarına (ve de özellikle 1945’ten sonra), ABD’ye ve anamalcı sisteme uygun insanlar yetiştirmek üzere çeşitli yardımlarda (!) bulunmuşlar. 

ABD 1950’lerde Fulbright adıyla öğrenci değişimi programı başlatmıştı. Bu programdan yararlanarak yurt dışına giden çoğu öğretim üyesi olan 60 binin üzerinde Amerikalı yararlanmıştı. Bu programdan yararlanan çoğu öğrenci ve küçük bir kısmı öğretim üyesi olan yabancıların sayısı ise 200.000’in çok üzerinde. Ancak, ABD’liler hemen hiç fire vermezken, yabancıların yarıdan fazlası beyin göçü olarak Amerikaya geri gitmiş (bkz. W. D. Bader’in ‘The Rant three feet: A Fulbright experienc adlı konuşması, 5 Haziran 2000, Viyana). 

ABD’nin 1960’larda yaygın olarak kullandığı ve “barış gönüllüleri” (peace corps) denen bir uygulaması var. ABD, genelde öğretmenlik gibi halkla iç içe olacak, onlar hakkında bilgi toplayacak ve bu arada gönüllü olarak çalışıp hizmet verecek genç Amerikalılar seçip yandaş ülkelere göndermişti. Türkiye, 1960’ların başında bir barış gönüllüleri çiftliğine dönüşmüştü. Gazi Eğitim Enstitüsü öğrencilerinin 1969’da bu konuda başlattıkları boykot üzerine, öğrencisi olduğum Devlet Yabancı Diller Okulu’nda barış gönüllüleri derse girememişti ve okul bir müddet kapatılmıştı; bu süreç sonunda Türkiye’deki bu uygulamaya son verilmişti. 

ABD’nin bir başka programı, AİD (Uluslararası Kalkınmaya Yardım- Aid to International Development) örgütü aracılığıyla gerçekleşiyor. AİD, pek çok ülkeden seçtiği insanları ABD’ye davet ediyor ve onları bir müddet orada misafir edip ağırlıyor. Türkiye’den bu yolla ağırlanan ilk kişilerden birinin Demirel olduğu biliniyor. AİD yine seçtiği kişilere, Amerikan üniversitelerinde belirli bir süre seminerler aldırıyor, Ecevit’in de bu yolla oraya gittiği biliniyor. AİD, bir başka programla da ülkelerle yapılan projeler çerçevesinde, seçilen kişileri Amerika’daki üniversitelerde burslu olarak okutuyor. Bu tür projelerden biri, benim de 1970-1972 yıllarında AİD bursu ile Michigan’da okuduğum, 1960 sonlarında başlayan ‘Milli Eğitimde Araştırma ve Planlama’ başlıklı MEB-ABDAİD projesidir. Bilindiği gibi son yıllarda da öğretmen yetiştirmeden mesleki yükseköğretime kadar pek çok konu Dünya Bankası projeleriyle çözümlenmektedir.  

    Bu arada, geçenlerde İstanbul’da toplanan kuruluş gibi pek çok oluşum biliniyor. Ayrıca, ABD’li ünlü iş adamlarında biri olan Soros, sahibi olduğu Açık Toplum Enstitüsü ile, Türkiye gibi pek çok ülkeye uzanıyor, anamalcı demokrasi doğrultusunda yeşil dolarlarıyla katkılarda bulunuyor; gerektiğinde Gürcistan ve Ukrayna gibi ülkelerde renkli devrimler bile yapıyor. 

ABD, çeşitli özendirme yöntemleri kullanarak yükseköğretime yüz binlerce öğrenci çekiyor. Bu öğrenciler üzerinden büyük paralar kazanıyor ve de en az bir bölümünün Amerikancılaşmasını sağlıyor. Türkiye’den de on binlerce öğrenci ABD’ye yükseköğrenim görmeye gidiyor. Devlet bursuyla, örneğin öğretim üyesi olmak üzere ABD’ye gönderilenler de oluyor. Ancak, ABD’de okuyanların önemli bir bölümü geri dönmüyor. Türkiye’de iyi eğitim görenlerin neredeyse yarısını da yurt dışına (çoğunlukla ABD’ye) gidiyor ve ABD’ye en fazla beyin göçü veren 34 ülke içinde Türkiye de ye alıyor.