75. yılında köy enstitüleri ve yabancılaşma

Bilindiği gibi piyasacı ve/ya da gerici içerikli eğitim sistemleri, insanları özgürleştirmek yerine, kendilerine, mesleklerine, topluma ve çağdaş değerlere yabancılaştırma işlevi görüyor. İnsanların yetişkinlik yıllarında da yabancılaşmalarını kolaylaştırıyor. Ancak, Türkiye’deki eğitim sistemi köleleştirici bir sistem olsa da, milyonlarca yurttaşın, sağduyuları, içgüdüsel zenginlikleri, akıllarını ve vicdanlarını kullanma ve/ya da bilinçli olarak kendilerini özgürleştirme becerisi göstermeleri gibi nedenlerle, her türlü piyasacı/gerici dayatmalar karşısında bile yabancılaşmadıkları da görülüyor.

Bu arada Türkiye’de, yükseköğretimden geçip çağdaş meslekleri edinen kişiler arasında son yıllarda mesleklerine yabancılaşanların sayılarının hızla çoğaldığı da görülüyor.

Örneğin şu anda hizmet veren kıdemli hukukçularımız, çağdaş ülkelerdeki gibi seküler Roma hukukuna dayalı bir eğitimden geçmiş bulunuyor. Bunların bir bölümü, yasalara, çağdaş değerlere ve vicdanlara uygun adalet dağıtacaklarına, kanıt olmayan davalarda suç üretirken, Deniz Feneri ve 17/25 Aralık yolsuzluk davalarını kapatarak mesleklerine yabancılaşmış olduklarını göstermiş oluyor.  

1986 yılında ABD için hazırlanan öğretmen yetiştirme modelinin bir benzeri, Dünya Bankası’nın önderlik ettiği projenin ürünü olarak, 1997 yılından bu yana eğitim fakültelerinde uygulanıyor (bkz. Öğretmen Yetiştirme Sistemimiz, Ütopya yayınevi). Bu sistemden yetişenler, çağdaş, laik, bilimsel ve özgürleştirici eğitimden yana öğretmen/eğitimci olacaklarına, mesleklerine yabancılaştıklarını göstererek imamlığa ya da Osmanlıcılığa soyunuyorlar.

Günlük yaşamda, hemen her meslekte yabancılaşmışlık örnekleri yaşanıyor. Siyasetin en üst kademelerinde olanlar içinde, mecliste ettikleri yemine bile yabancılaşanlar bulunuyor. 

Mesleklerine yabancılaşmamış milyonlarca insan da var tabii. Onlardan bir bölümünü, bugünlerde 75. açılış yılı kutlanan köy enstitüleri mezunları oluşturuyor. Bu kişilerin, mezun oldukları günlerdeki öğretmenlik sevgisi, coşkusu ve sorumluluğunu hâlâ aynen yaşadıkları görülüyor.

Köy enstitülü öğretmenlerin genelde mesleklerine yabancılaşmamaları, içinden geldikleri sınıfın niteliği, enstitü anıları tazeliğini korurken okullarının kapatılmış olması, öğretmenlik yaşamlarında oradan oraya sürülmeleri,  örgütlü mücadele içinde olduklarından aktif meslek yaşamları sürecinde mezuniyet amaçlarından kopmamaları gibi nedenlerle açıklanabiliyor. Temel nedenin ise, enstitülerdeki eğitim-öğretim süreci olduğunu söylemek yanlış olmuyor.

İsmail Hakkı Tonguç köy enstitülerini, köyü canlandıracak ve ağanın sömürüsünden kurtaracak köy çocuklarını yetiştirmek üzere tasarlıyor. Bakan Hasan Ali Yücel’in çabalarıyla bu kurumlar açılırken CHP, biraz da kendi ideolojisini köylerde yaymak için destek veriyor. Can Yücel’e göre, köy enstitülerinin kapanma süreci, CHP’nin beklentilerinin gerçekleşmemesi üzerine başlıyor. Enstitülüler, genelde Kayseri-Pazarören Köy Enstitüsü’ndeki giriş kapısında yazdığı gibi, “Bozkırları baştanbaşa yeşille öreceğiz/ Tanrının geç kaldığı işi biz bitireceğiz” anlayışıyla yetiştiriliyor. Öğrenciler içinde, “Her sabah yol aldın türkü dilinde/Tırpan omuzunda, orak belinde/Ektin biçtin nasır kaldı elinde/ Yeter eller için ektiğin yeter!... On koyunun çoban oldun peşinde/Baharın da dağda kaldın kışın da/Boyun eğdin daha küçük yaşında/Yeter beyim paşam dediğin yeter!” türünden mısraları kaleme alanlar oluyor. Öğrenciler bu düzeni değiştirmek amacıyla öğretmen olup ölene kadar bu amaçtan sapmıyor.  

Savaş ve yoksulluk yıllarında açılan bu okullarda, öğrencilere birer yetişkin olarak davranılmış, “dayak” gibi fiziksel cezalar pek kullanılmamıştır. O yılların koşulları içinde kitabi bilgiler sınırlı olsa da, iş içinde yaparak yaşayarak, üreterek ve doğayla (gerçekle) bütünleşen süreçlerle çocukların bilişsel gelişimlerine önem verilmiştir. Kitap okuma alışkanlığı kazandırılarak, müzik, sanat, tiyatro ve halk danslarıyla çocuğun duyuşsal gelişimine de önem verilmiştir. Spor yapıp üretim süreçlerine katılan çocuk, birlikte üretmeyi, örgütlenmeyi ve emeğin yüceliğini de öğrenirken devinimsel becerilerini geliştirme fırsatı da bulmuştur. Köy enstitülerinde, piyasacı ya da gerici eğitimin esamisi bile okunmamış, laik ve bilimsel eğitim süreçlerinden geçen çocuk özgürleştikçe, genelde öğrendikleri değerlere sahip çıkmış, bu durumu yetişkinlik yaşamında da sürdürerek mesleğine yabancılaşmamıştır.    

Kapatılma sürecinde enstitüleri denetleyen bir müfettiş raporunda enstitülerdeki okuma süreci,  “… çok sık kitap tanıtma, okutma, özünü açıklama, öğretmen ve öğrencilere bu eserlerin özetini çıkartma işi yaptırılıyor. Çocuklar boş zamanlarında hep ders dışı eserler ve roman şeklindeki kitapları okumaktadır” diyerek eleştirilmiştir.

Eğitim sisteminde neden yıllardır piyasacı ve gerici eğitim-öğretim süreçlerine ağırlık verildiği ve öğrencilere okuma alışkanlığı kazandırılmadığı belli değil mi? 

[email protected]