3 Mart mı 31 Mart mı?

31 Mart, Sultan Abdülhamit'in tahttan indirilmesiyle sonuçlanan, yabancı kışkırtmalarla başlayan gerici ve adliyelik bir vakanın (olayın) 1908'de başladığı bir gün. 3 Mart ise 1924 yılına ait bir gün! 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti kurulmasından çok değil yalnızca dört ay kadar sonra, 3 Mart 1924'te, Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı (Şeriye ve Evkaf Vekaleti) ile Genelkurmay Bakanlığı'nı (Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti) kaldıran 429 sayılı yasa, 430 sayılı Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) yasası ve halifeliğe son veren 431 sayılı yasa kabul ediliyor. Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı'nca ya da vakıflar tarafından yürütülen ve Müslümanlarla Müslüman olmayan Osmanlıya ve yabancılara ait olan tüm okullar Eğitim Bakanlığı'na (Maarif Vekaletine) bağlanıyor. Öğretim Birliği yasası, "Maarif Vekaleti, yüksek din uzmanı yetiştirmek üzere Darülfünunda bir ilahiyat fakültesi ve dini hizmetleri yerine getirecek memurları yetiştirmek için de ayrı mektepler açacaktır" dediği için medreseler kapatılırken 29'u imam hatip okuluna ve bir tanesi de ilahiyat okuluna dönüştürülüyor. Hilafetin kaldırılmasıyla devletin laikleşmesi; öğretim birliği yasası ile de, eğitimin laikleşip bilimselleşmesinin, halkçılaşmasının ve demokratikleşmesinin kapıları açılıyor. 

Bütün bu değişimler ne zaman oluyor? O yılların anayasasında "Türkiye Devleti'nin dini, Din-i İslam'dır" ifadesinin yer aldığı yıllarda yaşanıyor (bu ifade ancak 10 Nisan 1928'de Anayasadan çıkarılıyor). Bütün bunlar, Cumhuriyeti oluşturan bireylerin düne kadar din ve padişah için savaşmış Osmanlı kimliğinden kopamadığı, basında ve okumuş insanlar arasında padişahlık ve hilafet isteyenlerle Amerikan mandasını yeğleyenlerin az olmadığı, nüfusun ancak yüzde 10 kadarının okuyup yazabildiği bir zaman diliminde oluyor. Tüm öğrencilerin 400 bin, yükseköğretim görenlerin 3 bin, toplam nüfusun 10-12 milyon, genç nüfusun da (Balkan Savaşları, I. Paylaşım Savaşı ve Kurtuluş Savaşı nedeniyle) yok denecek kadar az olduğu; bilimselliğin de, laikliğin de, demokratikliğin de, halkçılığın da, solculuğun da ne anlama geldiğinin pek bilinmediği; tarımsal üretimin ve ağalık düzenin yaygın, sanayinin neredeyse hiç gelişmediği bir toplumda gerçekleşiyor.

Değişim öğretim birliği ile sınırlı kalmıyor. Yine 1924'te, ilköğretimde karma eğitim başlıyor; Cumhuriyetin öğretmenlerden "fikri hür, vicdani hür, irfanı hür" nesiller istediği vurgulanıyor; "en hakiki mürşit ilimdir" deniyor. 1925'te, dinin politik amaçlara alet edilemeyeceği konusundaki yasa, (1926'da da) yurttaşlar yasası (medeni kanun) çıkarılıyor; tekke, türbe, dergâh, zaviye ve tarikatlar kapatılıyor. 1927'de cumhuriyeti koruma görevi gençliğe veriliyor. 1928'de, Türkçe Hutbe okunuyor, Arap rakamları yerine Latin rakamları kabul ediliyor ve 1353 sayılı yasayla, harf devrimi yapılıp yeni abece (alfabe) kabul ediliyor. Arapça ve Farsça dersleri Eylül 1929'da ve din dersi de, 1930'da kent ve 1939'da da köy ilkokulları izlencelerinden çıkarılıyor. 1932'de Türkçe ezan okunmaya başlanıyor. Devletin laik politikalar izlemesi sonucu, öğrenci sayıları giderek azalan imam hatip okulları 1930'da, ilahiyat okulu ise 1934'te kapanıyor. Özel okul ve bu okullara giden öğrenci sayısı 1950'lere kadar giderek azalıyor. 

1946'da çok partili (sözde) demokratik düzene geçtikten sonra, Amerikancılığa soyunsak da; laik, bilimsel ve halkçı eğitimden uzaklaşsak da; dinci eğitimi yeğleyip yaygınlaştırsak da, anamalcı sömürünün tuzağına düşürülmüş olsak da, bugünün Türkiye'si 1920'lerdekilerden farklı bir Türkiye'dir. 

Bugün, nüfusun yüzde 30 kadarı cumhuriyetin emanet edildiği genç nüfustur. Örgün eğitime devam edenler 20 milyon, yükseköğretime gidenler ise 2,5 milyon dolayındadır. Yüzde 90 kadarı okuryazar olan nüfus, artık Osmanlı değil, (hâlâ Osmanlı hayranları olsa da) Türkiye cumhuriyeti yurttaşıdır. Kadınlar genelde, kafes gerisinde, haremde, çarşaf içinde, erkeğin arkasında ve okuldan/öğretimden uzak değildir. Pek çok olumsuzluklar devam etse de, bugün kadınlarla erkekler (en azından yasal düzeyde) aynı haklara sahiptir. Kadınlar ve genelde toplum, kazanımlarının ve sahip çıkmadıklarında neleri kaybedeceklerinin farkındadır. Nüfusun içinde padişahlık-cumhuriyet; şeriat-laiklik, doğma-bilimsellik ayrımının bilincinde olanlar az değildir, on milyonlarcadır. 

Günümüz toplumu, türbanla örtülecek ya da türbanın örttüğünü göremeyecek bir toplum mudur? Yanıt bellidir: Hayır, değildir. 

Günümüz toplumu, 3 Mart 1924'ün yol açtığı bilimselliği ve aydınlanmayı yadsıyacak, geriye gidişe, 31 Mart vakasının arkasındaki anlayışın yaşama geçirilmesine izin verecek bir toplum mudur? Yanıt bellidir: Hayır, değildir. 

Günümüz toplumu ve gençliği, toplumsal aklını yitirmediğini göstermeyecek mi? Yanıt bellidir: Evet, gösterecektir, göstermeye başlamıştır.