17 Nisan: 1940–2009

Bu yazı, 12. Ergenekon dalgası nedeniyle bir hafta geç yayımlanmaktadır.

17 Nisan 1940, ilkokul mezunu köy çocuklarını beş yılda köy ilkokul öğretmenliğine hazırlayacak köy enstitüleri yasasının mecliste kabul edildiği gündür.

17 Nisan, eğitimle ilgili çevrelerde hemen köy enstitülerini çağrıştıran ve köy enstitülerinden söz ettiren bir gündür. Bu kez bir başka yol izleyelim ve eğitim açısından o günlerle bugünleri karşılaştıralım nerden nereye geldiğimizi görelim.

1940'ın eğitimi bakanı Yücel, İstanbul Üniversitesi (İÜ)'de Felsefe eğitimi görmüştür öğretmenlik, müfettişlik, Gazi Eğitim Enstitüsü ile Ortaöğretim Genel müdürlüğü yapmıştır. İnceleme yapmak üzere Fransa'ya gönderilmiştir. Bakan olmadan önce Mantık, Türk Edebiyatı Numuneleri, Mevlana'nın Rubaileri, Dönen Ses, Türkiye'de Ortaöğretim kitapları ile bakanlıktan ayrıldıktan sonra da İyi Vatandaş İyi İnsan, Kıbrıs Mektupları, Hürriyet Gene Hürriyet gibi ders ve inceleme kitapları yazmıştır. Bugünün bakanı Hüseyin Çelik de, İÜ Türk Dili ve Edebiyat'ı alanından mezundur ve bu alanda doçentliğe kadar yükselmiştir. Ali Suavi, Şinasi, Yenilik Doğudan Gelir, Bir Medeniyet Analizi, Değişim ve Demokrasi gibi kitapları vardır.

Yücel, bakanlığı süresince eğitimci müsteşarlarla çalışmıştır. Çelik ise sistem dışından bulup getirdiği, "eğitimci" olmayan ve eğitim sistemini bilmeyen müsteşarlarla çalışmayı yeğlemektedir.

Yücel, göreve geldiğinde genel müdür vekili olan Tonguç'u değiştirmeyi düşünmemiş ve bakanlığı süresince, yedi yıl, yedi ay ve yedi gün onunla birlikte çalışmıştır. Nurullah Ataç gibi anlaşamadığı kişilere bile yetkin oldukları alanda görev vermiştir. Bakanlıkta altı yılını doldurmuş olan Çelik ise, anlaşamadığı kişiler bir yana, anlaştığı için göreve getirdiği kişileri bile, kendisine uymadıkları anda değiştirmektedir. Değiştirdiği ilköğretim genel müdürü sayısı şimdiden 4'e yaklaşmıştır.

Yücel, dil devrimine sahip çıkmış, Türkçenin gelişmesine özen göstermiş, maarif ve vekalet gibi sözcüklerin yerine eğitim ve bakanlık sözcüklerini getirmiştir. Çelik ise, dil devriminin karşıtlarının söylemini yeğleyip "yaşayan Türkçeye" önem verilmesini istemektedir.

1940'lı yıllarda özel öğretim bakanlık gündeminde yoktur. Günümüzde ise neredeyse özel öğretimden söz edilmeyen gün yoktur ve bugünün bakanı her fırsatta, "özel okullara en çok destek veren hükümetin bakanı" olmakla övünmektedir.

Mevlevi geleneğiyle yetişmiş Yücel, öncelikle ulusal eğitimi savunarak, "Milli vasfı önce kazanamamış hiçbir şey ve hiçbir kimse, milletlerarası bir kıymete yükselemez ve yükselmemiştir" demektedir. Çelik ise, küresel güçlerin dayattığı ilköğretim izlencesini uygulamakta ve eğitim alanındaki diğer değişimleri yabancıların yönlendirdiği projelerle belirlemektedir.

Yücel, ÜNESCO'nun bir toplantısında yaptığı konuşmada, Türkiye eğitiminin ilkelerinden birinin, "Vatandaşlar arasında ırk, din, dil, sınıf ayrılıkları gözetmemek" olduğunu belirtmektedir. Oysa Çelik, bir yandan Türkiye'yi "cemaat toplumu olarak görmekte" ve Suni-Hanefi inancın tüm topluma dayatılması için elinden geleni ardına koymamaktadır. Öte yanda da, her fırsatta, "Bizim amacımız AB'de de çalışacak gençler yetiştirmektir" demeyi ihmal etmemektedir.

Yücel iki kez topladığı ve üçüncüsünün hazırlıklarını başlattığı milli eğitim şurasının ilkini 1939'da, "Sizden, her mesele hakkında Vekaletçe alınmış kararların, olduğu gibi tasdikini değil, her meseleyi yeniden tektik ve mütalaa ederek bizi aydınlatmanızı rica ediyorum" diyerek açmıştır. Çelik ise, 2006 sonbaharında ilk kez topladığı ve büyük çoğunluğu kendi adamlarından oluşan son milli eğitim şurasını açarken, eleştiri yapanları ideolojik olmakla suçlamış, beğenmediği konuşmaları engellemiştir.

Yücel'in bakanlığının son günlerinde kabul edilen 18 Haziran 1946 tarihli ve 4936 sayılı Üniversite Kanunu, daha sonra çıkarılan yasalardan pek çok açıdan daha bilimsel ve demokratik bir yasadır. Çelik'in bakanlığının ilk günlerinde gündeme getirdiği yükseköğretim yasa taslağı ise, üniversiteleri hükümetin ve sermayenin etkisine açacak ve üniversitelerin bilimselliğine ve özerkliğine darbe vuracak bir taslaktır. Son günlerde YÖK'ün gündeme getirdiği değişiklikler de demokratik ve bilimsel içerikten uzaktır.

Yücel'in olumlu icraatlarının yanında, 1945'te "profesör ve öğretmenlerin siyasi içerikli yazı yazmalarını" yasaklaması ile Berkes, Boran ve Boratav'ı bakanlık emrine alması (sonradan onların profesör olmalarını onaylasa da) gibi yanlışları da vardır. Ancak, Yücel'in bakanlıktan ayrılmasıyla eğitimin temel niteliklerinden geriye doğru gidişin başladığı görülmektedir. Laiklik, bilimsellik, halkçılık ve yurtseverlik adına neredeyse hiçbir olumlu icraatı olmayan Çelik ise, 1946'dan sonra başlayan geriye gidişi, eğitimin ticarileştirilmesi ve dincileştirilmesi açılarından en geri noktaya taşıyan bakandır.

II. Paylaşım Savaşı'nın sürdüğü 1940'lı yıllarda Türkiye, bağımsız, borcu olmayan, sömürülmeyen ve tarafsız bir ülke durumundadır. Bugünün Türkiye'si ise, gırtlağına kadar borca batmış, büyük ölçüde bağımsızlığını yitirmiş, ABD'nin güdümüne girmiş ve küresel güçler tarafında sömürülen bir ülkedir.

Köy enstitülerinin 3. sınıfında okuyan çocuklar yılda ortalama, dünya klasikleri de dahil olmak üzere 10-15 kitap okuma alışkanlığı elde etmişlerdir. Günümüzde aynı yaş grubu köylü çocukların okuduğu Yatılı İlköğretim Bölge Okullarının son sınıflarında ise kitap okuyan pek yoktur varsa da bu kitap büyük bir olasılıkla "Peygamberimizin Hayatı" ya da benzeri bir kitaptır.

Köy enstitülerinde okuyan öğretmen adayları, "Şu benzi güz elması renkli/Lacivert ceketli sevimli çocuk/neden böyle de/şu saz benizli/Yalın ayak başıkabak çocuk öyle değil?/ Nedendir ey ağacım/dalının biri sarı, biri yeşil/Biri kurur, biri büyür/Biri ağlar, biri güler/Nedendir" gibi sorular sormaktadır. Sorunlarına bilimsel çözümler aramaktadır. Günümüzün öğretmen adayları ise, bir sorunla karşılaştıklarında, çözüm için dini kaynaklara başvurmayı düşünmektedir!

17 Nisan, 1940'ta özgürlüğe ve umuda açılan, 2009'da ise umutların yok edilmek istendiği bir gün görünümündedir.

1940'tan 2009'a uzanan çizgi, Türkiye'nin gelip gittiği yoldur! Geç kalmadan bu yoldan dönülmelidir.

[email protected]