16 Mart’lar ve öğretmen yetiştirme (II)

16 Mart 1978 katliamcılarının faşist anlayışını benimseyenlerin gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 darbesi, kendi açısından önceki hükümetlerden daha akıllı (!) çıkıyor. 1960, 1968 ve 1978 üniversite gençliğine bakıyorlar: Onların genelde laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti ile bağımsızlıktan yana olduklarını görüyorlar. Hedeflerinin odağına bu gençleri yetiştiren öğretmenlerle üniversiteleri alıyorlar.

Önce, kağıt üzerinde iyi bir iş yapıyorlar: 1982 Haziranında öğretmen yetiştirme işini bakanlıktan alıp üniversitelere devrediyorlar. Öğretmen okullarını eğitim ve mesleki teknik eğitim fakülteleriyle sınıf öğretmeni yetiştirecek iki yıllık eğitim yüksekokullarına dönüştürüyorlar. Bu durum, 1980’de yapılan bir araştırmaya göre bakanlık mensuplarının yüzde 90’lar düzeyinde beklediği ve “eğitim” açısından da olumlu bir durum olduğundan, genellikle kabul görüyor. Ancak hemen arkasından, 1980 öncesi olayların sorumlusu olarak görülen üniversiteleri zapturapt altına almak için, YÖK ve ilk başkanı Doğramacı’yı devreye sokuyorlar.

Bu süreçte, 16 Mart 1978 eylemcilerinin kuramsal alt tabanını oluşturan Aydınlar Ocağı’nın Türk-İslam sentezi, eğitim-kültür yaşamının özünü oluşturmaya başlıyor. Doğramacı sayesinde genelde bu anlayış sahipleri YÖK üyesi, rektör ve dekan oluyor. Üstelik öğretmen yetiştirecek bu yeni kurumlara genellikle eğitimci olmayan yöneticiler getiriliyor. Öğretmen yetiştirme süreci, yağmurundan (bakanlıktan) kaçarken doluya (YÖK’e) yakalanıyor. Tutucu yöneticilerin atanması ve 12 Eylül öncesi iktidarlarının öğretmen yetiştiren kurumlardaki ilerici kadrolara vurduğu darbeyle yetinilmiyor. 1402 sayılı sıkıyönetim kanununu kullanarak, bu kurumlarda kalmış son ilerici kadrolar da temizleniyor. Öğretmen okullarından yeni fakültelere ve eğitim yüksekokullarına devredilen muhafazakar kadro için Doğramacı, kısa yoldan doktora yapma olanağı da getiriyor. AKP Doğramacı’nın bu tür hizmetlerini unutmuyor bir vefa örneği gösterip, 2007 yılında ona TBMM ödülü veriyor.

Öğretmen yetiştiren bu yeni kurumlar, uzun bir süre ne olduklarının ayrımına varamıyorlar. Nitelikli öğretmen yetiştirme becerisini gösteremedikleri gibi, ülkede eğitim adına olup bitenlere karşı ne bir sorumluluk duyuyorlar ne de ilgi gösteriyorlar. Doğramacı, 1989’da, eğitim yüksekokullarını 4 yıla çıkarırken Halk Eğitimi dersini sınıf öğretmenliği programının zorunlu dersi yapıyor. Lisans düzeyinde Gazi Üniversitesi’nde yaygın mesleki eğitim fakültesini ve Marmara Üniversitesi’nde de Halk Eğitimi bölümleri açılıyor.

Doğramacının birinci veliahdı Mehmet Sağlam YÖK Başkanı olunca, ağrılıklı olarak öğretmenlik programlarının açıldığı ve paralı olan II. Öğretim programlarını başlatıp, öğretmen yetiştirmeyi paralıyor. 1994’te Dünya Bankası (DB), kredisiyle ve bu bankanın uzmanlarının öncülüğünde DB-YÖK Hizmet Öncesi Öğretmen Yetiştirme (DB-YÖK) Projesi devreye giriyor. Sağlam, YÖK Başkanı olarak kesintisiz eğitimi savunuyor. DYP’den siyasete atılıp Erbakan-Çiller hükümetinde bakan olunca kesintili eğitimi savunmaya başlıyor. 28 Şubat MGK kararlarından sonra yine kesintisize dönüyor. Bakanlıktan ayrıldığında zorunlu eğitim yasası oylamasında da kesintisize karşı çıkıyor! AKP, YÖK’teki hizmetlerinden ve bu zikzaklarından dolayı Sağlam’ı da ödüllendiriyor: Önce Etik Kurulu Başkanı (!), sonra da milletvekili ve hatta meclis başkanvekili yapıyor.

Sağlam siyasete atılınca, üniversiteler bir “Ohhh!” diyemeden Doğramacı’nın ikinci veliahdı Kemal Gürüz, YÖK Başkanı oluyor. Gürüz, yönetici atamalarında ve diğer uygulamalarında Sağlam gibi, Doğramacı çizgisini aynen devam ettirirken vakıf üniversitelerinin de eğitim fakültesi açmasına, parası olanın kolayca öğretmen olmasına izin vererek öğretmen yetiştirmenin daha da paralanmasına yol açıyor. Yeni eğitim fakültelerini genellikle eğitsel ve kültürel olarak gelişmemiş yörelerde açmaya özen gösteriyor. Bu fakülteler, genelde Türk-İslamcı yöneticileri ile içinde bulundukları çevrenin değerlerini benimseyip daha da muhafazakarlaşıyor. Bu süreçte bazı üniversitelerde ve fakültelerde kimin hangi tarikattan ve kimin müridi olduğu bilinir hale geliyor.

DB-YÖK projesi 1997’de sona eriyor. ABD’ye 1986 yılında önerilmiş sistem neredeyse aynen DB-YÖK modeli olarak 1997 Kasımında uygulanmaya başlıyor. Eğitim felsefesi, tarihi ve sosyolojisi gibi eğitim bilimleriyle ilgili dersler kaldırılıyor. öğretmenlik formasyonu dersleri azaltılıyor. Dört yıllık eğitim yüksekokulları yeni açılan ilköğretim bölümlerinden sınıf öğretmenliği programlarına dönüşüyor. Sistem, eğitimciliği iyice törpülenmiş, neyi, niçin, nasıl, neden gibi soruları sormayıp girişimci olacak öğretmen teknisyeni yetiştirmeye dönüşüyor. Bu yeni sistem buram buram, gazetelere yansıdığı kadarıyla Ergenekon davasında Gürüz’ü tutuklanmaktan koruyan “Amerikancılık” kokuyor. Rehberlik hariç eğitim bilimleriyle ilgili tüm lisans programları (1989’da açılanlar dahil) kapatılıyor. Halk Eğitimi dersi zorunlu ders olmaktan çıkarılıyor. İlahiyat fakültelerinde din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) öğretmeni yetiştirilmesine başlanıyor. Gürüz bu öğretmenlere, ilahiyat fakültelerinden aldıkları derslerle, ilköğretim okullarında Türkçe ya da sosyal bilgiler öğretmeni olma hakkı da veriyor! İşin garibi, eğitim açısından hiç de yararlı ve olumlu olmayan bu değişimler zamanın eğitim fakülteleri dekanları tarafından da onaylanıyor. Bu modelle ilgili bilgiler su yüzüne çıktığında, eleştirilerini yazılı olarak kamuoyuna duyuran ve eğitim enstitüsü geleneğinden gelen fakültelerin dekanları bile onay veriyor(!)

Daha 2000’li yıllarda 12 Eylül yönetiminin beklentilerinin gerçekleştiği görülüyor: Sevgiden sonra bağımsızlığa ve özgürlüğe değer veren ve çağdaş dünya ile ortak görüşleri paylaşan gençliğin yerini, sevgiden sonra paraya önem veren ve cinlere-perilere inanan gençlik alıyor.

Cumhurbaşkanı Demirel Gürüz’ü iki kez YÖK başkanlığına atamışken Cumhurbaşkanı A.N. Sezer İbrahim Teziç’i YÖK Başkanı yapıyor. Teziç ise öğretmenlik formasyon derslerini biraz artırıyor. İyi bir şey yaptığını sanarak, DKAB öğretmenlerinin, meslek derslerini ilahiyat fakültelerinden alırken eğitim fakültelerinde açtığı DKAB Öğretmenliği anabilim dalında yetiştirilmelerini benimsiyor. Bu anabilim dalını, ailenin sağlıklı olabilmesi için “Kuran-ı Kerimin doğru okunması gerekir” ya da benzeri düşünce sahibi ilahiyatçılarla doldurulmasının kapısını açıyor.

Cumhurbaşkanı A. Gül, Y. Z. Özcan’ı YÖK Başkanı yapınca, rektör ve dekan olmak için Türk-İslamcı olmak yetmiyor AKP yandaşlığı ve biraz da piyasacı/parasalcı-İslamlık aranıyor. Özcan kamu üniversitelerinde eğitim fakültesi açılmasını dondururken önüne gelen cemaat üniversitesinde eğitim fakültesi açılmasına izin veriyor. Öğretmen yetiştirmede paralanma devam ederken cemaatleşme de devreye giriyor.

Bu arada, 12 Eylül’ün amacıyla AKP’nin amacının örtüştüğü ve ortak hedeflerine daha da yaklaştıkları görülüyor. Geçmişin laik, demokratik, bilimsel ve parasız eğitimden yana olan öğretmen örgütleri bugün azınlığa düşmüş bulunuyor. Geçmişte, ABD filosunun ziyaretinde bile “ABD defol” diyerek yeri göğü inleten gençliğin yerini, ateşleme yetkisi bile yabancılarda olan patriot füzeleri Malatya’da konuşlandırıldığı halde genelde sesini çıkarmayan bir gençlik alıyor.

[email protected]