16 Mart’lar ve öğretmen yetiştirme (I)

Geçen haftanın yazısı, üniversite kongresi nedeniyle bugüne kalmış bulunuyor.

16 Mart günlerinde dünyada pek çok olaylar olmuş ve ünlü kişiler doğmuş-ölmüş. Bizim tarihimize damga vuran üç 16 Mart var. 1848’de toplumun ve ülkenin önünü açabilecek bir olay yaşanırken 1920 ve 1978’de toplumun geleceğini karartan olaylar yaşanmış.

Osmanlı, üniversite (darülfünun) açmadan önce, 1848’de, öğretmen yetiştirmek üzere bir okul açmış. Orta Öğretmen okulunun açılmasıyla başlayan bu süreç, ilk ve yüksek öğretmen okullarının açılmasıyla devam etmiş. 50 yıl sonra, II Meşrutiyet zamanında Satı Bey’in çabalarıyla öğretmen yetiştirmede niteliksel dönüşümler gerçekleşmiş.

Cumhuriyet rejimi, hem öğretmene hem de öğretmen yetiştirmeye Osmanlıdan çok daha fazla önem vermeye çalışmış. Branş öğretmeni yetiştirecek okullar açmaya başlamış. 1926’da Konya’da açılan Orta Öğretmen Okulu, Ankara’ya taşınıp 1930’larda da pedagoji (eğitim) bölümü gibi bazı bölümler eklenince Gazi Eğitim Enstitüsü adını almış. Çok değerli öğretmenler yetiştirmeye başlamış. 1936’da, onbaşı/çavuş olarak terhis olan köy gençlerinin, 6 aylık yatılı kurslarla köy ilkokullarının ilk üç sınıflarını okutmak üzere eğitmen olarak yetiştirilmesine başlanmış. Bu uygulama, 1940’ta köy enstitülerine dönüşmüş. Köy enstitülerine öğretmen yetiştirmek üzere 1943’te Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü açılmış.

Sonrasını ne siz sorun ne de ben söyleyim!

Çünkü sonrası, biraz da tatsız ve biraz da tarihimizin acı 16 Mart’larıyla ilişkili olarak gelişiyor. İlk olumsuzluk, 16 Mart 1920’de, İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u işgal etmesi oluyor. Bu işgal, işbirlikçileri ile mandacıları üretiyor Fransa ya da Almanya hayranlığı yanına, İngiliz ve Amerikan hayranlığı da ekleniyor. Padişah Vahdettin İngiltere’ye kaçarken ülkede kalan yabancı hayranları bu duygularını içlerine gömüyor. II. Dünya Savaşı, Alman hayranlığını yeniden depreştiriyor. Hitlerin mağlubiyeti ise Amerika hayranlarının duygularını açığa vurmalarına yol açıyor. 1946’dan itibaren ikili ilişkilerde ve de dış siyasette Amerika’ya yaklaşıldıkça, iç siyasette, aydınlanma, laiklik, bağımsızlık, ilericilik ve sosyalizm tu-kaka ediliyor.

Daha 1940’ların ikinci yarısında ve CHP yönetiminde, işe önce Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün kapatılmasıyla başlanıyor. Köy enstitülerinin, kendine özgü özellikleleri törpülenirken seçmeli din dersi yeniden okullara giriyor ve Kuran kursları açılıyor. Türkiye’yi Küçük Amerika yapmaya ve her mahallede bir milyoner üretmeye soyunmuş bizim AKP’nin demokrasi havarisi Menderes, imam hatipleri, yabancı dille eğitim yapacak okulları (maarif kolejleri-Anadolu liseleri) açarken halk evleri ve köy enstitülerini kapatıyor.

Ancak bu gelişmeler eğitim ve köy enstitülü mezunların, öğretmen örgütlenmesinin öncüleri olmasını engelleyemiyor. 27 Mayıs 1960 Devrimi sonrasında, enstitü mezunu öğretmenlerin öncülüğünde kurulan Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), 1968’de Demokratik Eğitim Kurultayını düzenliyor. TÖS’ün 12 Mart 1971 askeri muhtırası sonrasında kapatılması üzerine kurulan TÖBDER, 1978’de Demokratik Eğitim Kurultayını topluyorlar. Üniversitelerden önce, eğitim sorunlarını masaya yatırıp çözüm önerileri üretiyorlar. 1968 kurultayında, “… Yasam iç ve dış gavuru dışarı atmak, Yurdumu tez elden kalkındırmaktır...” gibi sözleri içeren ant içiyorlar. 1960’ların çağdaş dünya görüşüne sahip özgürlükçü, halkçı ve yurtsever gençleri ile 1968 üniversite gençliğinin yetiştirilmesinde pay sahibi oluyorlar. Toplam öğretmen sayısının 200 binin altında olduğu yıllarda, 30 bin dolayında öğretmenle 15 Şubat 1969’da Ankara’da eğitim yürüyüşü yapıyorlar. 109 bin eğitim emekçisinin katılımıyla da, 15-19 Aralık 1969 tarihlerinde büyük öğretmen boykotunu gerçekleştiriyorlar.

Bu özellikleri nedeniyle TÖS’e ve üniversite gençliğine dayanamayan ve 16 Mart 1920 işgal ürünü Amerikancıların desteklediği gericiler/faşistler, 15 Şubat’ta bir şey yapamayınca, azıyorlar. 16 Şubat 1969’da Taksim’de, tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen olay yaşanıyor “Amerika/6. filo defol!” diyen gençlere saldırıyorlar. 7 Temmuz 1969 günü de, Kayseri’de yapılan TÖS toplantısına saldırıp ateşe vermeye kalkıyorlar. Demirel, TÖS’çülere kaşı, milliyetçi öğretmenler derneklerini kurduruyor ve bu derneklerle komünizm ile mücadele derneklerini destekliyor. Demirel’in İçişleri Bakanı Faruk Sükan, “it” dediği 1968 üniversite gençliği için, “İtleri kurtlara kırdıracağız” diyerek faşist ve gerici oluşumlara destek çıkıyor.

Ne yapsalar öğretmen okullarının “öğretmen” yetiştirmesini önleyemeyen Demirel, çözümü öğretmen okullarında kadrolaşıp okulları yandaşlaştırmada arıyor. Öğretmen yetiştiren okullar sağ-sol kavgasının merkezi oluyor. Öğretmen okullarına giderek ilkokul mezunları yerine ortaokul ve lise mezunlarının alınması, öğretmen adaylarının muhafazakarlaşmasını ve günlük siyasetle ilgilenmelerini kolaylaştırıyor. Öğretmen okulu öğrencileri, genelde 1968’lerde üniversite öğrencileriyle ortak değerleri paylaşırken 1970’li yılların üniversite gençliğinden geride kalmaya başlıyor.

Bu arada gerici-faşist terörü de artıyor. Tarihimizin bilinen ikinci acı 16 Mart’ı, 1978’de yaşanıyor: Faşist gericiler, İstanbul Üniversitesi’nden çıkan gençleri silahlarla tarayıp 7 genci öldürüyor. Saldırılar bu olayla sınırlı kalmıyor: 1 Mayıs 1977’de Taksim’de, Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta, 1980 yazında Çorum’da, … emekçileri ve solcuları öldürüyorlar.

Öğretmenler, sürülüyor, öldürülüyor, öğretmen örgütleri yargılanıyor. Ancak öğretmenler yine de, bu yıllarda sevgiden sonra ikinci sırada özgürlüğe-bağımsızlığa önem veren gençlerin yetişmesinde pay sahibi olmaya devam ediyorlar.

Ancak! 16 Mart 1978 katliamını gerçekleştiren faşist anlayış sahipleri, ABD’nin “Bizim oğlanlar başardı!” dediği, 12 Eylül 1980 darbesini gerçekleştiriyor.

Bu darbe, öğretmen yetiştirme sürecinde, yeni ve gerici bir safa açıyor.

[email protected]