12 Eylül Darbesinin Hedefi II: Dinci, Seçkinci ve Teslimiyetçi Öğretim!

Darbecilerin, korku kültürüyle yetinmeyip, eğitim-öğretim süreçlerinde dincileşmeyi, seçkincileşmeyi ve teslimiyetçiliği sağlama yoluyla da insan aklını dumura uğratmayı hedefledikleri ve bu hedefe ulaşmak için tüm kanalları etkin bir biçimde kullandıkları görülüyor.

Eğitim bakanı paşanın yanına emekli bir amiral de müsteşarlığa getiriliyor, değişik rütbelerdeki askerler çeşitli adlar altında bakanlıkta görevlendiriliyor ve oluşturulan 30’a yakın komisyonda ya başkan ya da üye yapılıyor. Üniversiteleri milli eğitime benzetmek için YÖK, üniversiteye “uygun” öğrencileri seçmek için de Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) kuruluyor.

Eğitimle ilgili geniş katılımlı toplantılarda, bakan, Türkiye Odalar Birliği Başkanı Mehmet Yazar gibi iş adamlarına gösterdiği saygıyı ve önemi hiçbir (sivil ve eğitimci) genel müdürüne göstermiyor. Hatta onları sık sık tersleyerek teslimiyetlerini sağlıyor. Onların da aklına istifa etmek gelmiyor.

Eğitimde dincileşmenin alt yapısı hazırlanıyor. Türkiye toplumunda Müslüman ya da Sünni İslam olmayanlar bulunsa da, darbecilerin hazırladığı yeni anayasada, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi ilk ve ortaöğretimde herkes için zorunlu yapılıyor.

Avrupa’da görevlendirilmiş imamların maaşlarının şeriat için çalışan RABITA adlı Suudi bir örgütün ödemesine izin verilerek imamların onların etkisine girmesi kolaylaştırılıyor. Türkiye alt birimlerinden biri “İslam Mesleki ve Teknik Eğitim Merkezi” olan İslam Konferansı Teşkilatı’na üye yapılıyor. Darbeci başı, hemen her konuşmasını ayetlerle ve surelerle süslüyor.

Darbeci başı, “Aydınlar Dilekçesi”ni imzalayarak toplumsal tepkilerini dile getiren başta Aziz Nesin olma üzere pek çok düşünüre, “Vatan hainleri” diyerek hem toplumsal isteklerin önünü kesmeye hem de toplumsal kaygıları olanları halkın gözünde küçük düşürmeye çalışıyor.

12 Mart 1971 döneminde çıkarılan Milli Eğitim Temel Kanunu’ndaki “temel eğitim” anlayışı bile 12 Eylülcülere bol geliyor: “Temel eğitim” yerine “ilköğretim” kavramı getirilerek bir bakıma eğitime değil “dini ve özel” öğretime ağırlık verileceği gösteriliyor. Öğretimin özünü de, 1983 yılında toplanan DPT Özel İhtisas Komisyonunun hazırladığı “Milli Kültür” raporunda yer alan, “… bu kadar canlı olarak yaşanan bir dinin ve ahlakın milli kültür planlamasında ihmal edilmemesi gerekir … Bu durumda din, kültürün özü, kültür de dinin formu olmaktadır … Ancak, böyle bir kültürle, iyimser, itaatli, ümitli ve akılcı bir nesil yetiştirmek mümkün olabilir” gibi sözlerle özetlenen Allah’a ve büyüklere itaati öngören Türk-İslam sentezi anlayışı oluşturuyor.

339 tanesi yetmezmiş gibi yeni imam hatip okulları açılıyor. İmam hatip lisesi mezunlarına harp okulları dışında kalan yükseköğretim programlarına girme izni veriliyor. 12 Eylül döneminde 3 yılda açılan yeni Kuran kursu sayısı, bir önceki on yılda (1970’lerde) açılan toplum Kuran kursu sayısını geçiyor.

Solcular ezilirken, dini yönü ağır basan örgütlenmeler görmezden geliniyor. Bu hoşgörü nedeniyle birkaç yıl içinde, YÖK’ün 1985 yılında öğretim elemanlarına gönderdiği “Anarşi ve Terör” adlı kitapta belirtildiği üzere, Nurcular, Süleymancılar ve Nakşibendiler laik düzeni tehdit edecek kadar güçleniyor.

1983 genel seçimler öncesinde siyasal partiler kurulurken, sol eğilimli parti kurucularına siyasete girme izni verilmezken sağ eğilimli kuruculara ses çıkarılmıyor. Örneğin, darbe nedenlerinin birinin Konya’daki dinci miting olduğu söylense de, bu mitingin destekçilerinden olan belediye başkanının ANAP’ta siyaset yapmasına ve de hatta seçim sonunda kurulan hükümette bakan olmasına izin veriliyor. Seçim sonunda eğitim bakanlığına getirilen bir kişinin okullarda “evrim kuramı” yerine yaratılış düşüncesini öne çıkarmasına da göz yumuluyor.

1965 yılında çıkarılan 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasası sonrasında özel yükseköğretim kurumlarının açılması ve pek başarılı olmayan gençlerin ailesi varsılsa bu okullardan kolayca diploma alması yaygınlaşmaya başlamıştı. Anayasa Mahkemesi, 27 Mayıs Anayasası’na dayanarak 1970’te özel yüksekokulları kapatmıştı. Oysa darbeciler, 1982 Anayasa’sına vakıflar aracılığıyla özel yüksekokul açılabileceği maddesini koyarak, özel öğretimden yana tavır koyuyor 625 sayılı yasada, Haziran 1983’te öze okullar lehine değişikler yapıyor.

Emekli paşa bakan, “Devletin parası yok” söylemini her fırsatta yineleyerek halkı devlet okullarında bile para ödemeye hazırlıyor. Eğitime kaynak yaratmak amacıyla bakanın öncülüğünde kurulan Milli Eğitim Vakfı, birkaç yıl sonra özel okullar açmaya başlıyor.

Üç yıllık 12 Eylül döneminde açılan özel okul sayıları yüzde 50 ve özel dershane sayıları da yüzde 100 artıyor.

Seçme sınavları ve dershaneler eğitim-öğretim süreçlerinde öğrencinin okumasını, düşünmesini, soru sormasını, araştırmasını, tartışmasını ve özgürleşip kendini gerçekleştirmesini, kısaca eğitimi giderek yok ediyor geriye ezberci, sınavlardaki dört seçenekten doğru seçeneği en kısa sürede bulduracak “öğretim” kalıyor. Bu süreçte dinci öğretim, çocukların devletin desteklediği inancı sorgusuz sualsiz kabul etmesini, din adına söylenenlere inanmasını, töresine ve büyüklerine itaat etmesini, bilimi yadsıyarak yaşamını dini yorumlara gere sürdürmesini kolaylaştırıyor. Seçme sınavları ve özel öğretim yoluyla da, bir başka deyişle emekçi çocuklarını eleme işlevi gören seçkinci öğretimle de, genelde Batı’ya ve anamalcı düzene hayran bireyci gençler yetiştiriliyor.

Darbecilerin iyice pekiştirdiği bu dinci ve seçkinci öğretimi, ANAP yavaş yavaş, DYP’li koalisyonlar gizliden gizliye ve AKP de sonuna kadar kullanıyor. 12 Eylül’ün başlattığı açılım, AKP’li yıllarda toplumu, camilerin okullara alternatif olarak ve parkların da “İslami park” olarak planlanmasının düşünüldüğü ve Türk-İslam anlayışının anamalcı-İslam anlayışına dönüştüğü günlere getiriyor.

12 Eylül darbecilerinin amaçlarına ulaştığı görülüyor. 1970 sonlarında sevgiden sonra eşitlik ve özgürlüğe değer veren gençlik yerine kısa sürede sevgiden sonra paraya önem veren, eşitlik ve özgürlüğü önemsemeyen gençlik üretiliyor. Dinci ve seçkinci öğretimden geçenlerin, inançlarına, paraya ve de sömürü düzenine kolayca teslim oldukları görülüyor.

12 Eylül anlayışının çıkar yol olmadığını görmek, gençlerin ve toplumun “aklına” sahip çıkmasının yolunu açmak için 12 Eylül anlayışına ve uzantılarına son vermek gerekiyor.