Yurtsuzluk, sınır ve ölüm

Yaşadıklarımızı en güzel özetleyen şey üç kelime bu sanırım. Yurtsuzluk, sınır ve ölüm… Bu üç kelime sadece Müjde Arslan’ın Kürt sineması kitabında bir araya gelen kelimeler olduğu için değil, kameranın Ortadoğu ya da Kürdistan’a döndüğünde bu üç kavramdan başka bir şey gösteremediği için de kıymetli. 

Yurtsuzluk, sınır ve ölüm…

Ama bir yerden sonra bu meseleye dair bir sınır koymak gerekiyor. 

Vicdan meselesinden başlayalım. Vicdan meselesi üzerinden sosyal medyada tepki gösterenlere ve vicdan üzerinden harekete geçenlere tahammül etmek zor. En hafif tabiriyle kişiliksizliktir bu. 

O çok güzel Kürt atasözü geliyor aklıma, Ava de serî; çi buhustek çi çar tilî. - Başı aşan su; ha bir karış olmuş, ha dört parmak!

Nâzım’ın şiirinde geçtiği üzere, çocuklarımız ölüyor sakallı askerler gibi. 

Ancak çocuklar ilk kez bugün ölmüyor. Fakat medya görmemiz gerektiği kadarını gösteriyor ve bunu bugün tercih ediyor. Görmemiz gerektiği kadarını servis ediyor çünkü mülteci sorunsalı Avrupa’da artık yeter dedirtiyor. Sahip çıkın şu çocuklara deniyor. Sahip çıkın yoksa suyu geçenlerle biz uğraşıyoruz diyorlar kısaca. 

Şam’da o ılımlı diye servis edilen İslamcı çetelerin bombaladığı ilkokulu anımsayın. Yine Şam’da havan topu düşen üniversite kampüsündeki fotoğrafı. Şengal’den sınıra doğru göç eden aç biilaç insanları düşünün. Bu fotoğraflardan bazılarını anımsayamıyorsanız ya da yüreğiniz içlerinden derlediklerinize yanıyorsa, yüreğiniz çoktan kurumuş demektir, geçmiş olsun. 

İnsanlık kavramının, “vicdan” kelimesiyle iç içe geçtiği bir dönemden geçiyoruz. Kimse “daha ne olsun” demesin. Vicdan kelimesinin insanlığı yerine kullanıldığı andan itibaren bir-sıfır geriden başlıyoruz meseleye. İnsanlık, boyun eğmemektir, ayağa kalkmaktır, onurdur, erdemdir, zorbaya karşı direnmektir. Vicdan olmadan bunlar olmayacaktır ancak vicdandan ibaret kalan her şeyin de insanlığa yakışmadığı açıktır. 

Acımayın. Ayağa kalkın! 

Aylan Kurdî’ye üzülmenin faydası yok. Başı aşan su; ha bir karış olmuş, ha dört parmak! ne fark eder! MİT tırlarına ne dediniz diye sorarlar insana. Patriotlara neden göz yumdunuz?. Reyhanlı’da Davutoğlu’nun sırıtışını neden görmezden geldiniz, IŞİD’e karşı çıkarken “Ilımlı” İslamcılara neden göz yumdunuz diye sorarlar. 

Sonra kalkıp daha düne kadar Esat’a karşı ÖSO’yu destekleyenler ile Barış blokları kurarsınız ve bir blok çıkmaz geriye. Ölüm dirimle, Amerikan uçaklarıyla, Peşmerge güçleriyle kurtardığınızı sandığınız Kobanê’nin kıyıya vurur insanları-insanlığı.

Özür dilemeyin. Mücadele edin!

Kabahatin çoğu bizim. Ama neyin özrü bu? Bu yaklaşım ne zaman hasıl oldu bu memleketin solcusuna, aydınına, ilericisine?

Ermeniler katledilir özrünü biz dileriz, çocukların cansız bedeni kıyıya vurur özrü biz dileriz!

Ben özür falan dilemiyorum. Hesap soruyorum çünkü. O çocukların ölmemesi için dişiyle tırnağıyla çalışan, mücadele eden, sokaklara düşen insanların safındayım ben. Karşımıza aldığımız “düşman”ın katlettiği insanların özrünü neden biz diliyoruz?  Yoksa ölen insanlardan mı özür diliyoruz? Onların özre mi ihtiyacı var yoksa sorulacak hesaplara mı? 

Bir özrün muhatabı varsa o da AKP iktidarı ve onun siyasal yelpazesine renk katan öznelerdir. Aylan Kurdî’nin babası özür falan dilemiyor. Kendi acısına da yanmıyor sadece. Bitirin bu savaşı gerisini biz hallederiz diyor, hesap soruyor.

Nedir bu yaklaşım? Sivas’ta yakanların, Gezi’de vuranların, Soma’da katledenlerin özrünü bize dileten düzene karşı çıkmamak yeni ölümlere vicdan biriktirmektir. 

Özür dileyecek biri varsa; üç beş füze sallarız hallederiz diyenlerdir. Şam’da Cuma namazı için kirli bir savaşa besmele çekenlerdir. MiT tırlarıyla çetelere silah yollayanlardır. Türkiye’de o çeteleri besleyip, eğitip, tedavi edip geri savaşa yollayanlardır. Onların ağa babalarıdır, ittifak unsurlarıdır, bakanlarıdır. Bir özür varsa muhatapları bellidir. Dileyecekler! Dileteceğiz!  

Eğer özrü katilden dilerseniz, falanca hükümetin “yüce gönlünden” kopan “ben de 500 mülteciyi kabul ediyorum” gibisinden vicdan pespayeliklerine de teşekkür etmek zorunda kalırsınız. 

Canımız yanmadığı için değil. Kıyıya vuran bedenlere, bir duvar kenarında yaşamını yitiren gençlere, evi taranan insanlara, göç etmek zorunda kalan Suriyeli kardeşlerimize yüreği yanmayan, insan olabilir mi-kalabilir mi? Ama sadece yüreğiniz yanıyor ve olduğunuz yerde duruyorsanız da bu büyük temaşaya eşlik ederken insanlıktan çıkıyorsunuz demektir. 

Bir de bu cansız bedenlerin fotoğraflarını sosyal medyada paylaşıp durmayın. İnsanın bakmaya kıyamadığı bir çift gözün karanlığından hicap duyun! Bundan ne umut çıkar ne de mücadele azmi. Buradan çıksa çıksa yas kültürü çıkar. Hem Bodrum için hem de Dersim için. 

“Yok arkadaş ben ağıtımı yakar otururum bir şeye de karışmam” diyorsanız diyecek bir şey yok.

Hayırlı vicdanlar, bol kazançlar!