Yüreğiniz kurumuş haberiniz yok

Uludure katliamının yaşandığı ilk günlerde AKP yine o bilindik pervasızlığıyla yaklaşmıştı gelişmelere.  Bakanlardan biri “iyi oldu kaçakçılıkla mücadelede yeni döneme girdik” minvalinde açıklamalar yaparken bir diğer muhatap “vurulanlar teröristti o yüzden vurduk” diyordu. Tabi en geniş toplam meselenin  “bakalım bizim de haberimiz yok olaylardan, birlikte göreceğiz” sabır ve selametindeydi. 

Zaman gazetesi “kaçakçılar vuruldu” manşetiyle selamlıyordu Kürt halkını.

Sonrası malum. Acılarla öğreniyoruz memleketin isimlerini. Uludere Roboski olarak bilindi “kaçakçılar” ise katırlar üstünde taşınan cansız bedenleri ile kaldılar. 

Ne mi oldu?

Hatırlarsınız. Katırlar “yetkili organların kararı” ile katledildiler. Yine aynı pervasızlıkla; kimi yetkililer “katılar Irak’tan geldi, hastalık yayabilir” derken kimileri de “kaçakçılık yapılıyordu bu katırlarla o yüzden öldürdük” diyebiliyordu.

“Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça…”

Bundan birkaç gün önce Roboski’de ölenlere kaçakçı manşeti atan Zaman gazetesi “Zaman Kurdi” yayınına başladı. 

Kürt halkına reva görülen bu düzende bu kadar işte; önce katlet sonra mest et.

Roboski katliamından sonra hafızalara kazınanlardan biri de “unutursak kalbimiz kurusun” cümlesiydi.

Bir yürek nasıl soğur, nasıl kurur hep beraber görmüş olduk.

Silvan’da, Cizre’de, Nusaybin’de insanlar sokak arasında katledilirken insanların tamamı seçim delisi olmuş bir şekilde meclise girebilmeyi tartışıyordu. Kimsenin de aklına Silvan’a giremeyen vekiller meclise girse ne çıkar girmese ne çıkar sorusu gelmiyordu.

ABD’den izin almadan semalarında kuş uçuramayan Türkiye, Roboski’yi vururken yürekler kuruyordu, ABD Rojovaya “sessiz sedasız” üs kurarken yürekler mangal yeriydi maşallah. Tüm bunlar yaşanırken Selahattin Demirtaş’ın ABD ziyareti dönüşü “ABD de barış süreci devam etsin istiyor” müjdesini alıyorduk.

Diyarbakır Sur ilçesinde, insanlara “barış süreci katliamlarla nasıl sürdürülür” dersleri verilirken, herkes çıldırmış gibi çatışmalar arasında yanan Kurşunlu Camisinde yanmayan Kuran’a bakarak hayret ediyordu. 

Asıl şaşılacak şey “bakın sizleri katlederek de sürdürüyoruz süreci nasıl ama” üslubuyla davranan AKP’den umulan barıştır.

Asıl sabır taşını çatlatan, “kardeşler burada çatışmayın burası tarihi bir kent meydanı” diyen Tahir Elçi’nin, bunu söylediği yerde vurulmasıdır. 

Ve asıl kahreden şey tüm bu sürecin katili olan bir siyasi yapının protokol konuğu olarak gelen Barzani’nin karşılanmasından duyulan heyecandır. 

Yok iki gözüm yok. Yüreğiniz kurumuş sizin.

Bilmeyenler için 7 Hazirandan bu yana, bilenler için ise daha da uzunca bir süredir “Bizler Mecliste” zaten.

Dün yine Roboski’de vuruldu insanlar. Katledildiler. Terörist, kaçakçı vs. bahane çok…  Artık meclis kürsülerinde “ne oluyor arkadaş” diyen vekiller de yok. Bunun yerini bütçe görüşmelerinde “buyurun vekilim söz sizde gelin de gergin hava dağılsın” diyen temsilcilere tanık oluyoruz.    

Ama diğer tarafta sermayenin bu “sıkıntıların” böyle gitmesinden yana bir tahammülsüzlüğü de var. Zira “olan Kürdistan pazarına, ticaretine ve bölgesel yatırımlara oluyor”. 

Yeni bir dil yaratmaya çalışıyorlar bu nedenle. 

Zaman’ın Kurdi çıkışının ya da pek çok liberal bulaşık yayın evinin Kürtçe üretimler yapmaya başlamasının anlaşılır bir tarafı var. 

Türk ve Kürt sermayedarlar hala boğazda kadehlerini tokuşturarak seyretmekte yaşanan acıları. Aralarından su sızmıyor. Ve tahammülleri de yok Kurdi yatırımlarının önünün kesilmesine. 

Öz yönetim yerine bölgesel kalkınma, bağımsızlık yerine özerklik, sosyalizm yerine alengirli “lojiler” ile yaratılan bir dil. Marksist şair Cegerxwîn’in adının verildiği mekânlarda demokratik İslam konferansları ve savaşın bu kadarına barışın böylesi. Yeni dilden anladıkları bu…  Popüler bir Kurdi yaşam bekliyor hepimizi. 

Ne TRT Şeş’in gericiliği ne de Roj TV’nin “bölücülüğü”. Ekolojik yaşamın, doğadaki insanı ve plastik atığı plastik kutusuna atana çıkarılan şapkaların Kurdi versiyonları kapıda.

Yaşanan acılar, verilen lütuflar. 

Bizim yeni bir dil keşfetmeye, icat etmeye ihtiyacımız yok. Cegerxwîn’in adını hak ettiği yere taşımakla başlayacağız işe. 

Yüreklerimiz kurumasın diye.