Vahşetin çağrısı

Şerzan Kurt Anısına

Cinayetlerin, zulmün, hırsızlığın, yobazlığın ve karanlığın günlük hayatın içinde kendini önemli derede hissettirdiği bir hafta geçirdik. İşin tuhaf yanı, hırsıza hırsız, katile de katil demenin yasaklandığını, hırsız ve katil nitelendirmelerinin suç sayıldığını da görmüş olduk.

Mesele sadece Özgecan Aslan cinayetiyle sınırlı da kalmadı.

Ege Üniversitesinde faşist bir saldırının ardından gelişen olaylar, intikam görüntüleri, bu görüntülerin yalanlanması, yeni bir “cadı avı” başlıyor korkusu, mecliste “İç Güvenlik Yasa Tasarısının” kavga gürültüyle geçirilmeye çalışılması…

Ne tuhaf değil mi? Yaşanan acılardan ve zulümlerden hemen sonra akla “acaba falanca zamana mı dönüyoruz?” diye soruların gelmesi. Bereket versin Türkiye tarihine bakınca o kadar çok örnek mevcut ki zulmün ve karanlığın tarihini de okumuş oluyoruz bir yanıyla!

Bir yandan peşi sıra gelen kadın cinayetleri diğer yandan memleketlerinden uzakta okumaya giden Kürt öğrencilere ve solculara yapılan saldırılar.

Haberlerde rastladığım şeylerden biri Şerzan Kurt’un öldürülmesine ilişkin görülen davada polise tahrik indiriminin yapılıyor oluşuydu. Akıl alacak şey değil! Hatırlatmak isterim. Şerzan, Muğla’da okurken gelişen olaylar sırasında çıkan çatışmadan kaçmak isterken polisin “şu sokaktan geç” önerisine uyarak gittiği karanlıkta faşistlerin ve polisin saldırısı sonucunda öldürüldü. İç Güvenlik Yasa Tasarısının önlemeye çalıştığı Molotof, sapan, yüzünü kapatan puşi, silah ya da herhangi bir şey olmadan öldürüldü Şerzan! Masumca katledildi Ali İsmail gibi…

Öte yandan bakıldığı zaman Şerzan Kurt’un Kürt olması dışında tahrik edici bir özelliği de görünmüyor esasında. Küçücük çocuklara bakarken şehvet duyguları uyanan sapıklar, kadınların kahkahalarından tahrik olanlar, sokaklarda hamile kadın görmeye dayanamayanlar Şerzan’ın Kürt olmasından tahrik olmuş olacaklar ki tahrik indirimini talep etmişler. Ne ala çözüm süreci değil mi? Öldürülen her Kürt genci Batıya okumaya gidecek diğer gençlerin annelerine nasihat konusu olmaktan öteye geçemiyor.

Özgecan Aslan sıradan bir güne başlamıştı. Sıra dışı bir cinayete kurban gitti.

Dikkatinizi çekiyor mu? Özgecan “kızlı erkekli” kalmıyorken, mini etek giymiyorken, Nihat Doğan’ın tuhaf ve akıl dışı iddialarıyla uyuşmuyorken, akşam saat 22’den sonra alkol satın almıyorken, kürtaj yasasını delmiyorken, kahkaha atmıyorken öldürüldü. Hiçbir neden yoktu ortada. Özgecan’dan sonra gelişen kadın cinayetlerinde ise durum daha da acıydı aslında. Zira ölmelerinin sebep sayıldığı şeyler öne çıkarılıyordu örneklerde. Yok efendim alkol almışmış, yok efendim “kızlı erkekli” oturuyorlarmış… AKP bir kadını katlederken, bir yandan da katletmenin normlarını ve toplum nezdinde ne derece üzüntü yaratacağını da belirliyordu. “Masumsak üzülebilir herkes ama kızlı erkekliysek kimse kusura bakmasın öldürülmek hakkımız!” denilen bir süreç yaşıyoruz.

Meclisteki kavgalara girmiyorum bile.

Yıllarca köyleri yanmış, Şark Islahat Planları ile Batıya göç ettirilmiş, konuştukları dilden, teninin esmerliğinden dolayı bölücü ilan edilmiş, okuması reva görülmüş, üniversite harçlığını ve dershane parasını çıkarmak için inşaatlarda çalışmış ya da çalışırken ölmüş bir toplama ırkçıların saldırılması ve saldıran kişinin ölümü sonrasında Berkin, Şerzan Kurt ile Ali İsmail ile aynı karelerde yer alan örnekler…

Akıl alacak şey değil! Neymiş efendim öldürülenlerin hepsi bu sistemin kurbanıymış. Geçiniz efendim! Bu sisteme maşa olup öldürmeye gidenler ile buna kurban verdiklerimizi aynı kefeye koymazsınız. Özgecan’ın katilini yarın polisler öldürürse ne yapacaksınız? Ethem’in katilini bu sistem gözden çıkardığında sahip mi çıkacaksınız?  Katledilen 7 TİP’li genç ile Muhsin Yazıcıoğlu’nu aynı karede görmeye tahammülüm yok benim!

Evet, Kürt ve solcu öğrencilere saldırmaya giden biri yok yere yaşamını kaybetti. Buna sevinecek kadar cani değiliz. Ülke gençlerinin faşist ideolojilerce maşa olarak katledilmesine sessiz kalamayız. Ama sokağı karıştırarak İç Güvenlik Yasasını geçirme meşruiyetini elinde tutmaya çalışan AKP’ye teşne de olamayız.

Düzenin çivisi çıkmış durumda. Karanlık ve barbarlık geziyor dört bir yanda. 

Vahşetin Çağrısı hikâyesinde, koşulduğu kızağın iplerinden boşanıp, doğaya, gerçeğe giden kurdun öyküsü geliyor aklıma bunca vahşete bakarken. Kendisine, özüne ve doğasına giden bir yolu seçen, sürüldüğü kızağın iplerinden kurtulup özgürlüğüne kavuşan kurdun hikâyesi.

Zincirlerimizden boşanıp, insanlığa, bizi bu düzeni daha da ileri çekmek için koşulduğumuz iplerden kurtulup sosyalizme yönümüzü çevirmediğimiz sürece yine geçmişe bakarak, acaba falanca yıllara mı dönüyoruz örnekleri yaşayacağız gün be gün.

Türkiye tarihi sadece zulmün tarihi değil çünkü. Bu toprakların tarihinde eşitliğin ve özgürlüğün kavgası da büyük yer kaplıyor karanlığında karşısında.  Memleket insanlarının güzelliklerine örnekler vermek için çok eskiye gitmeye gerek de yok artık. Bizim tüm ömre yetecek bir Haziran’ımız var!

Çok seçeneğimiz de yok. Akıllar karışmasın…

Ya barbarlık…

Ya sosyalizm…