Tanrının Ayakkabıları ve Boyacı Hemo

Çizmelerim sedyeyi kirletmesin diyen madenci, evladının cenazesine yırtık lastikleri ile katılan madenci babası.

Vakti zamanında Kürdistan dağlarına yaptıkları operasyonlardan birinin adına da babası bu kahrolası savaşta ölen bir askerin, kızının adını vermişlerdi. . Güneş operasyonu aydınlatmadı karanlığı, kan ve zulümden başka bir şey getirmedi.  Kameralar akan gözyaşını değil, küçük kızın ayaklarını gösteriyordu. Kızcağızın da ayakkabıları yırtıktı ayağında.

Hrant Dink yatarken boylu boyunca kameralar delinmiş ayakkabılarına odaklanmıştı. Katiller ise arka sokaklarda elini kolunu sallayarak geziyorlardı.

Herkes “Ah yazık adamcağızın ayağında ayakkabısı dahi yok, vah yazık kızcağızın ayakkabıları yırtıkmış” diye seyrederken zulüm devam ediyordu kameranın gösterdiği yerin ardında. Yine olan çocuklarımıza oluyordu.

Ellerini iki yana açan bir ana feryat ederken Reyhanlı’da, kameralar Davutoğlu’nun sırıtışına odaklanıyordu. Van depreminde insanlar soğuktan donarken, İstanbul’da işçiler çadırlarda yanarak can verirken, asansörlerden ölüm inerken, kameraların dönüp bakacağı daha önemli şeyler vardı.

Roboskî’de kaçakçılığın üstüne gidiliyordu, Şengal’de ise sınır hattı korunuyordu. 50 derece sıcaklığın altında kızgın kumlara basarak yürüyen Ezdîdî çocukların da ayakkabıları yoktu.

Ermenek’te can veren madencinin babasını görünce ciğerimiz yandı. Şırnak’ta oğlunun ölüm haberini alan o yaşlı adamı hatırladınız mı? Değişen hiçbir şey yok. Alın o poşuyu Ermenek’teki acılı adamın boynuna dolayın… Emin olun hiçbir farkı yok yaşanan acıların…

İlla ayrıntıyı merak edenler için… Evlatlarını yitiren her iki babanın da ayakkabılar aynı…

Düşünüyor insan bazen, “babasına ayakkabı dahi alamayan bir emekçinin evine götüreceği ekmek için verdiği canın hesabı ortada mı kalacak?” diye…

Soru aslında bu kadar basit. Ayakkabısı olmayan babaya çözüm olarak yeni bir lastik ayakkabı alan sistemin çözüm sürecinden ne beklenir?

Uşakları Şengal ve Kobané’de katliam yaparken ağzına yakışır mı barışın hecesi? Daha dün yaşanılan acıları görmezden gelince bitti mi sanıyorlar çilesi?

Yok öyle yağma!

Daha birkaç gün önce Dünya Çocuk Hakları Günüydü. Diyarbakır’da Koşuyolu parkına konulan bir tencerenin içindeki patlayıcıyla yaşamını yitiren çocukların günü. İnce hesaplanmış alaycı katliamlar bunlar. Açlıkla imtihan edilen bir halkın çocukları açardı içinde bomba olan tencerenin kapağını. Ölüme böyle başlardı yolculuk. Karnını doyurabilmek için.

Ekmek almaya giderdi bir diğeri…

Bunlar hazmedilecek şeyler değil. O büyük gün geldiğinde sizi bilmem ama ben bir avuç para tıkıştıracağım sömürenlerin ağızına! Yoksa susmayacaklar daha.

Bize reva görülen ayakkabının eskisini giymek ya da yenisini parlatmak olunca Kürt Şair Şêrko Bêkes geliyor aklıma. Güney Kürdistan’da Barzani tarafından Kültür bakanlığı elinden alınırken “şiirimin tek bir dizesini otuz bakanlığa değişmem” diyen boyun eğmez şair.

Akşamdı
Küçük boyacı Hemo
Büyük Meydan'ın köşesinde
Şam şehrinin göbeğinde
yorgun başını eğmiş
incecik bedenini
elindeki fırça gibi
hızlı hızlı sallıyordu.
Küçük avare Hemo
belli belirsiz bir fısıltıyla
şöyle diyordu:
Sen, öğretmen koy ayağını!
Sen, tüccar koy ayağını!
Subay... casus... asker... cellat…
iyi insan..piç insan..
Siz hepiniz!
Sırayla koyun ayaklarınızı…
 

Kimse kalmadı
Tanrı'dan başka
inanıyorum ki öte dünyada da
Tanrı
ayakkabılarını boyatmak için
bir Kürdü çağıracaktır.
Kim diyebilir ki "O Kürt ben değilim."
Ah anne,
sence Tanrı'nın ayakları ne kadar büyük?
Kaç numara giyiyordur?
Ya para!
Anneciğim sence Tanrı ne kadar öder?*

 

* Şêrko Bêkes, Piste Pistek (Fısıltı), Ji Nav Şiîrên Min (Avesta, 1995)
Kürtçeden Çeviren: Rûken Bağdu Keskin

** http://haber.sol.org.tr/video/valilikten-yeni-kara-lastik-fedakarligi-10...

*** http://idilhaber.com/haber_detay.asp?haberID=669&HaberBaslik=sirnak-komu...